Skorer Beşiktaş bunalımı

Beşiktaş bunalımı

14.11.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Beşiktaş bunalımı

İlk bölümün nasıl bittiğini, Serdar Bilgili'nin nasıl ayrıldığını hatırlıyoruz. VIP tribününden edilen küfürlerle. Bilgili'nin gidişi, Demirören'in gelişi döneminde Beşiktaş'ın üst düzey kurmayları tek bir konuyu konuşuyordu. "Türkiye'yi 2 büyüklü bir ülke yapmaya çalışıyorlar. Fenerbahçe ve Galatasaray bizi dışarıda bırakacak". Kısa dönemde nereden nereye gelindiğine bakın. Avrupa'nın 5 büyük kulübünden biri olmak üzere yola çıkıp, Türkiye'deki büyüklüğünü bizzat tartışmak ve şikayet etmek... Seba hayat görüşü böyle bir konuyu gündeme getirir miydi? Ya da böyle uçuk bir hedef koyar mıydı? Beşiktaş'ı idare eden yönetim felsefesi Seba'yı tahttan bir hedefle indirmişti: "Avrupa'nın en büyük beş büyük kulübünden biri olmak". Bugün sadece İnönü Stadı'nı dolduranların hissedebildikleri, yaşadıkları ruh hali bu bitmeyen, kolay kolay da bitmeyecek gibi görünen geçiş döneminden kaynaklıdır.Bilal Meşe dünkü haberinde bu kültür bunalımını tüm çıplaklığı ile ortaya döküyordu. Yönetim son dönem sonuçlardan sonra takımı kampa almak istiyor. Yabancılar anlamıyor durumu tabii. Delgado "Benim ailem, çocuklarım var. Biz profesyonel oyuncularız. Ne kampı!" diyerek terk ediyor. Bir dönem Türkiye'ye örnek gösterilen "Kolej Takımı hüviyeti" bir yönüyle hâlâ zihinleri, damarları terk etmiş değil çünkü. Ve aynı zamanda Avrupa'nın 5 büyük kulübünden biri olmak isteniyor. Bugün hem Türk tipi kolej disipliniyle hem de dünya çapında hedef ve yıldızlarla yola koyulunuyor. Karışıklık bundan.Kafalar karışık, çünkü dünya görüşü terk edilmiş çoktan, ama kalıntıları duruyor. Bilinen tek yöntem bu. Bu yüzden Beşiktaş tribünleri önce "Beşiktaşlı olunmaz Beşiktaşlı doğulur" diye bağırıyor hemen sonra Nobre övülüyor. Çünkü kafalar karışık. Hiç unutmuyorum. İlk Bilgili döneminin akil adamlarından biriyle röportaj yapıyordum. Transferleri sordum. "Jens Novotny ya da Sol Campbell'i alabiliriz. Kontratları bitiyor" dedi. Campbell o dönem Tottenham'da mutsuzdu, ayrılmak istiyordu ve Arsenal haftalık 85 bin poundu onun için gözden çıkarmıştı. Ertesi gün Beşiktaşlı genç bir arkadaşım aradı. -Abi bunların durumu anlaşıldı. Allah sonumuzu hayretsin.O yönetici bugün ulusal gazetelerimizden birinde, Türk basınına bu iş nasıl yapılmalı konulu aşağılayıcı dersler vermekle meşgul. Takım hüviyeti değişti Beşiktaş bugün bu kültürünü terk edişin ve yeni dönem görmemişliğin bunalımını yaşıyor.20 yıl önce bir dolu yıldız. "Para bir yere kadar. Önce huzur istiyorum. Beşiktaş'a gideceğim" diyerek tercih ederdi Fulya'yı. Bugün ülkenin en büyük oyuncu öğütme makinesi Ümraniye'de. Gelen yarım sezonda gidiyor. Ve ne acı ki, çoğunluk gelmek için 10 defa düşünüyor.20 yıl önce Beşiktaş'a futbolcu seçilirken sadece yeteneklerine bakılmazdı. Bugün bu yönetim felsefesi önce Okan Koç'u, sonra İbrahim Akın'ı ve son olarak da Burak'ı sadece müthiş yeteneklerine bakarak transfer edebildi. Sonra da maç akşamı sokağa çıkma yasağı koymak zorunda kaldı. Delgado da isyan ediyor tabii. Kültürü terk ediş! İşte asıl bunalım budur. Sahada kimin nerede ve nasıl oynadığından çok bunalım budur. Fenerbahçe'ye kaybedilen Samsun sendromlu şampiyonluk da bir tek Beşiktaş'ta olmayacak bir şeydi 20 yıl önce. Bugün sadece orada olabilir hale geldi.Bu yönetim felsefesinin - son derece iyi niyetli olarak başladığı - icraatlarının ilki stadın zeminini indirmekti. Daha fazla insanı doldurmak istiyorlardı içeri. Ama inen sadece zemin olmadı. Ne acı ki inen daha çok Beşiktaş oldu. İnen Beşiktaş Bu ülkede oyunu istediği tempoya ulaştırabilen 2 takım var. Fenerbahçe ve Galatasaray. Kaybetseler de istediklerini yapabiliyorlar.Fenerbahçe yeni transferleri nedeniyle bir 'ara kurulum' aşamasında. Zico bu işi yapabilir ya da yapamaz. Bekleyip göreceğiz. Galatasaray ise 10 yıllık oyun geleneğini taşıyan oyuncuları ve oyun anlayışıyla Terim ve Lucescu'dan sonraki 3. kurulumunun olgunluk dönemine yaklaşıyor. Türkiye Ligi'nde oynadıkları oyun zaman zaman heyecan verici bir tempoya ulaşıyor. Ve bana bu feci şekilde Terim'in ilk 2 yılını hatırlatıyor. Eksikleriyle ve fazlalarıyla. Bu şampiyonluğun yakalandığı geçen yıldan daha iyi bir oyun. Galatasaray hatırlamalı Yönetim istikrarıyla bu takım geliştirilebilirse ilerleme sağlanabilir. Tabii ölçü Avrupa. Tabii elde bir Hagi yok. Ve tabii Avrupa'da iyi gitmiyor işler. Peki ne kadar kötü?Hatırlamak lazım. 1999 Galatasaray'ın UEFA Şampiyonluğunu. İlk 4 maç sonunda Şampiyonlar Ligi'nde tablo neydi? Hertha beraberliğinin ardından 3 yenilgi alınmıştı. Toplam 1 puan. Sonra deplasmanda Hertha içeride Milan galibiyetleri ve sonra tarihin en büyük zaferi.Bu yıldan farkı ne? Yine 4 maçta 1 puan yine kazanılabilecek 2 maç. Unutmamalı. Ölçü Avrupa Sinan ve Banu (Yelkovan) heyecan içinde anlatıyorlar. Inamoto'yu seyretmek üzere Ankaragücü maçına gelmiş Japonların elinde bir pankart. Soruyorlar ne yazıyor diye "Biraz gayret" diyor Japonlar. Gururumuzsun, ez geç, parçala değil. Hadi gayret, azıcık çaba göster. Yaklaşıma bakar mısınız? İnsanca yaklaşıma. Hemen aklıma Dünya Kupası'nda konuştuğum bir Japon gazeteci geliyor.Şöyle demişti: "Şenol Güneş'e söyleyin. Ona burada büyük saygı duyan koca bir ulus var". Sonra da başlamıştı hocaları Troussier'ye saydırmaya. Yukarıdaki genele örnek gösterilebilecek Japon portresi, Güneş'e yaklaşım ve kendi hocaları hakkında söyledikleri. Garipti. Aynı durum Zico için de yaşandı. Japonlar doğradı Brezilyalı'yı. En uç örnek olduğu için Japonya'ya değiniyorum. Yoksa her yerde farklı mı? Biraz gayret Aimee Jacquet'nin ne futbol bilgisi, ne becerisi kalmıştı 98'de. L'Equipe o kadar ağır eleştiriyordu ki hocayı, finalin ertesi günü özür dilemek zorunda kaldı. Eriksson hakkında yazılmayan şey kalmadı İngiltere'de. Ona yapılan tele-şakaların 10'da birini yapın Türkiye'de neler oluyor? Luiz Aragonez'in İspanya'da, Domenech'in Fransa'da yaşadıklarını, Klinsmann'ın çektiği sıkıntıları Ersun Yanal bile çekmedi. Bitmez. Dünyanın en soğukkanlı ve saygılı toplulukları bile konu futbol olduğunda acımasızdır.Bu yüzden kendimize "dünyanın neresinde var böyle eleştiri" sopası atmaktan vazgeçelim. Okursanız var. Okumazsanız tabii olmaz. Okumayın 3. sayfaları, Türkiye'de ne polis cinneti, ne trafik kazası, ne de töre cinayeti olur. Olur da! Olur mu yani? mdemirkol@milliyet.com.tr Olur mu?