Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş, hafta içinde, son 6 aylık finansal tablosunu kamuoyuyla paylaştı. Bağımsız denetçilerin raporları da burada yansıtılırken, ilginç tablolar ortaya çıktı.

Ekonomi muhabirlerinin, yazarlarının kulvarına girdiysem affola... Ancak, raporlarda ilginç anekdotlar bulunuyor. En az zarardan, en fazlaya doğru gidelim.

FENERBAHÇE: 1 Haziran-30 Kasım tarihleri arasındaki zararı 48 milyon 822 bin lira... Ancak, Fenerbahçe Spor Kulübü Derneği'nden alacağı; tam tamına 1 milyar 929 bin lira... Bunun karşılığında 6 ayda elde edilen faiz geliri ise 188 milyon 442 bin lira... Kısa hesap; kendi derneğinden faiz geliri olmasa 237 milyon 264 bin lira zarar yazacaktı.

Haberin Devamı

GALATASARAY: 6 aylık zararı 209 milyon 305 bin lira... Onun da Galatasaray Spor Kulübü Derneği'nden alacağı; 1 milyar 152 milyon lira... Ve; onun da bu borçtan 6 aylık faiz geliri, 76 milyon 428 bin lira... Yine kısa yoldan hesap; faiz kazancı olmasa zarar 285 milyon liraydı.

BEŞİKTAŞ: Siyah-beyazlıların belirlenen dönemdeki zararı 227 milyon 764 bin lira... Onun da, Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nden alacağı, 942 milyon 282 bin lira... Beşiktaş'ın dernekten elde ettiği faiz geliri de, 80 milyon 505 bin lira... Dolayısıyla, bu para olmasa zararı 308 milyon 269 bin lira olacaktı.

Raporda, bunların, ticari olmayan alacak olduğu ifade edilmekte...

Ve şimdi gelelim can alıcı konuya; bankaların konsorsiyumu ile yapılacak anlaşmaya göre; kulüplerin şirketleri ile dernekleri arasında finansal bir ayrışmaya gidilecek. Üç kulüp, bu helalleşme nasıl sağlanacak? Çünkü kulüplerin hepsi yeni yapılanma anlaşmasına imza atarken, derneğin finansal borçlanma yasağına tabi olacağını taahhüt edecek. Gel de çık işin içinden...

NOT: Trabzonspor, finansal tablosunu henüz açıklamadığı için, konuya dahil edilmemiştir.

Taraftara yasak misafire serbest

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), yaşanan şu pandemi süreci içerisinde, nasıl olduğunu anlaşılamayan bir talimat değişikliğine imza attı. Evet, TFF, Süper Kupa'da oynanacak Trabzonspor-M.Başakşehir maçına, 80 seyirci alınmasına kararı verdi. Üstelik, bu karar, bir talimat değişikliğiyle resmiyet altına alındı. Bunun özünde, söylenen şu: "İki kulübün de, sponsorları, futbolcu aileleri ve misafirleri olan 80 kişi stadyuma girebilir."

Haberin Devamı

Nereden bakılsa, tutarsız, keyfi ve idari değil, idare etmeyi güden bir karar... Hiçbir tutarlılığı, bilimselliği ve de kanuniliği içermeyen bir uygulama...

Eğer, Türkiye Futbol Federasyonu bunu başarabiliyorsa, kulüplere de bu imtiyazı sağ-la-ya-cak. Eğer, tribünlere taraftar alabilmek Türkiye Futbol Federasyonu'nun tasarrufundaysa, bunu liglerde de ya-pa-cak.

Protokol tribününde yer alacağı bildirilen bu kişilerin, test zorunluluğu bulunmuyor. Sadece, maske-mesafe-hijyen kurallarının geçerli olduğu ifade ediliyor. Düz mantık; düğüne, cenazeye, restauranta, toplu ziyarete; "PANDEMİ" diyerek "DUR" denen bir ülkede, "Süppeer Kupa" için 80 seyirci almanın ne sakıncası olabilir ki!

"Hepimiz, taraftar tribüne dönsün diye kıvranırken, üstelik olumlu tablolar ortaya çıkmaya başlarken, senin yaptığın pişmiş aşa su katmaktır" derseniz, buna anlayış göstermemizi beklemeyin. "Her şeyin başı sağlık" derken, en basitinden şu soruyu sorayım:

Haberin Devamı

İçişleri Bakanlığı'nın "Sokağa Çıkma Kısıtlamaları" ile ilgili yayınlanan genelgede, yasaktan muaf olanlar arasında bu kişiler ne olarak gösterilecek? Malum, maç 20.45'te başlayacak ve en azından 90 dakika+15 dakika ara sonunda saat 22.30 olacak. Kupa töreni vs., etti mi sana 23.00... Uzarsa ve penaltı atışlarına kalırsa, süre daha da ilerleyecek.

Eeeee, kısıtlama 21.00'de başlamıyor mu? Genelgeye göre de, seyircisiz oynanabilecek profesyonel spor müsabakalarında, ancak sporcu, yönetici ve bu müsabakalardaki diğer görevliler kısıtlamadan muaf... Bu 80 kişi nasıl tribünden evlerine dönecek?

Taraftar almayan TFF, seyirciye izin verirken, en azından bu sorulara da cevap bulmalıdır. Eğer, bu mümkünse, yani bilmediğimiz bir formülü varsa buyrun taraftarı da -az sayıda bile olsa- tribünlere alın. Onların ne eksiği var?

Bağış değil maaş kampanyası

Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz ile Teknik Direktör Fatih Terim arasındaki buzlar ne kadar eridi, ne kadar birbirlerine yakınlaştılar bilinmez. Ancak, Başkan Cengiz'in, Başakşehir Kulübü'nün kapısını çalarak attığı İrfan Can Kahveci adımı ve birkaç başka transfer konusundaki çabasını görüyor, biliyoruz. Üstelik "Aslan" gibi taraftarın başlattığı "Aslan gibi sponsor" hamlesi, bu takıma ne kadar gönül bağları olduğunu apaçık gösterdi.

Mustafa Cengiz de, bu iyi niyet gösterisini karşılıksız bırakmadı ve 500 bin lira gibi bir rakamla destekledi. Az veren candan, çok veren maldan! Tabii ki Başkan Cengiz, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ile boy ölçüşemez! O da bunun iddiasında değil zaten...

Ancak, Terim'in, Denizli karşılaşmasının sonrasında, kampanyayı soran gazetecilere; "Bağış kampanyası mı, kim başlattı? Haberim yok. Haberim olmadığı şey hakkında yorum yapmayayım. İlk defa duyuyorum" demesi ilginçti. Kendi ağzından böyle söylediğine göre, tabii ki ona itibar edeceğiz. Ne var ki, böyle bir kampanyadan mutlu olduğunu söyleyip, o da bağış değil, maaş kampanyası başlatsa, buna futbolcuları da katsa, fena mı olurdu?

Kimsenin aldığında gözümüz yok; ama üç kuruş kazanan Galatasaraylı'nın, "Ben de katılacağım" dediği ortamda, onlar da karınca kararınca bir yardımda bulunsa fena mı olur?

Belki Fatih Hoca kulübüne mali anlamda çok çok fazla yardımcı olmuştur, açıklanmadan bilemeyiz. Ama, oyuncuların geçen sezon indirimi bile kabul etmediği böylesi ortamda bugün ne yaparlar o da bilinmez.

Ömür törpüsü!

Futbolda zaman zaman bu tür kahredici durumlar yaşanmakta... Abdülkadir Ömür gibi bir değer, Konyaspor maçında sakatlandı.

Kuşkusuz, Ömer Ali Şahiner'in onu bilinçli sakatladığı söylenemez. Ancak, Trabzonsporluların ömürlerinden ömür gitti! Ömrühayatında kaç kere yaşayabileceği belli olmayan Avrupa Şampiyonası da Abdülkadir Ömür'ün avuçlarının içinden -büyük ihtimalle- uçup gitti!

Tıpkı en yakın arkadaşı Yusuf Yazıcı gibi, Avrupa ile kucaklaşmak için kollarını iki yana açtığı bir anda yaşanan bu trajedinin acısı, ancak kader-kısmet denerek açıklanabilir.

Ömer Ali'nin de bu yaşananları ömür boyu unutmayacağı inancındayım.