Cadde“Gezi Parkı Taksim’den Maçka’ya kadardı”

“Gezi Parkı Taksim’den Maçka’ya kadardı”

11.07.2013 - 19:08 | Son Güncellenme:

İstanbul’un ilk nâzım planını yapan Henri Prost’un baş yardımcısı Aron Angel, Gezi Parkı’nın planını ilk çizen kişiydi. Kuşkusuz yaşasaydı söyleyecek çok şeyi olurdu. Özellikle de son yaşanan olaylardan sonra. Ancak tüm bu sürece en az onun kadar yakından şahitlik etmiş bir isim daha var; oğlu Albert Angel

“Gezi Parkı Taksim’den Maçka’ya kadardı”

Albert Angel’in ofisine girince, çalışma masasının yanındaki boş masaya takılıyor gözünüz. “Bakın” diyor, “Babamla 20 yıl böyle yan yana çalıştık. Ta ki 3 yıl önce 94 yaşında vefat edene kadar...” Masa artık boş. Türkiye’nin ilk şehir plancısı ve İstanbul’un ilk nâzım planını yapan Henri Prost’un baş yardımcısı Aron Angel, 40’lı yıllarda kendi çizdiği Gezi Parkı’nın yıllar içinde yok edilişine şahit oldukça kahroluyor. Zira belediyede çalıştığı dönemde, “Yeşil alana bir çivi bile çaktırmam” sözüyle bütünleşen, idealist biri o. Her ne kadar bu idealistliğin bedelini 1952 yılında istifa etmek zorunda kalarak ödese de, doğru bildiğinden şaşmıyor. O kadar ki Bay Angel’in belediyedeki adı çıkıyor Bay ‘Engel’e. Aron Angel’in oğlu, Albert Angel’e konuştuk.

- Babanız bugün yaşananları görseydi sizce ne hissederdi?

Muhakkak söyleyeceği çok şey olurdu. Park aslında, 1940’larda Henri Prost’un şehrin merkezine büyük bir yeşil alan kazandırma çabasının ürünü. Taksim’den başlayıp, şu anda yıkılmış olan, parkı Divan Oteli’ne bağlayan o küçük köprüyle Divan Oteli’nin arkasından devam ediyor. Oradan şu anki Hilton’a ulaşılıyor. Oradan da Maçka’ya... Hani bunlar halkın arazisiydi? Siz New York-Central Park’ın ortasına yapabilir misiniz bunları? Taksim’den girdiğinizde önünüze hiçbir engel çıkmadan Dolmabahçe sırtlarına kadar ulaştığınızı düşünün. Böyle anlatırdı babam. Şimdiki itirazlar o zaman da olmuş olsaydı çağ atlardık.

- Parkın giderek işgali karşısında Aron Angel’in tutumu ne oluyor?Zaten hayatının en büyük kararlarından birini parkın işgaliyle alıyor. Çok önemli bir mevkideyken, oraya Hilton Oteli’nin yapılmak istenmesiyle istifa ediyor. Henri Prost ise bu dönem öncesinde
görevinden ayrılmış zaten. Çünkü yeni gelen Menderes hükümeti Prost’un sözleşmesini yenilememiş.

- Neden?
Pek çok nedeni var sanırım. Yeni gelen hükümet önceki icraatı sorguluyor sürekli. Bir kere şunu herkes bilmeli ki, Prost’u buraya Atatürk getirdi. İki kez davet etti hatta. 1933-34 ilk davet. Ama o sıra Paris’te çok yoğun, nazikçe reddediyor. Atatürk, İstanbul’un yeniden düzenlenmesi konusunda kararlı. Yabancı birinin gelmesini istiyor çünkü memlekette şehirci yok. Arada gelen başka şehirciler de var ama onlara resmi görev verilmiyor.

- Niçin ısrarla Prost?
Prost’un bir Türkiye geçmişi vardı öncesinde. 1925’lerde Ayasofya’nın rölevesini yapıyor. İstanbul’u tanıyor olması ilk neden. İkincisi de, “Atatürk şöyle düşündü mutlaka” der babam; Müslüman ülkelerde çalışmış bir şehirci.

- Prost’un şehirdeki ilk hedefi ne oluyor?

Babam şöyle anlatmıştı; Prost 1936’da gemiyle geliyor İstanbul’a. Marmara’ya girerken güverteye çıkıp İstanbul’a bakıyor. Camilerin kubbelerini, minarelerini görüyor. Ve o anda veriyor kararını: “Hiçbir bina, İstanbul’daki camilerin kubbelerinin üzerine çıkmayacak.” Zaten gelir gelmez de nazım planına koydukları en önemli maddelerden biri bu; “Binalar en fazla dört katlı olacak.” Bu uygulama 50’lerden sonra delinmeye başlanıyor. Ve geldiğimiz durum ortada. Bir de meşhur Topçu Kışlası’nın yıkılma meselesi var. Bu yüzden Prost’u eleştirenler çok. “Prost yıktı” demek kolay ama ne kadar doğru? Tek başına karar verip yıkamaz ki. Daha İstanbul’a girerken güverteden şehrin camilerini korumaya karar veren birinin, bir tarihi eseri durduk yere yıkabileceğini aklınız alıyor mu?

-Aron Angel, Henri Prost’la nasıl tanışıyor?

Yine bir tesadüf. Babam yüksek inşaat mühendisi olarak bugünkü İTÜ’den (Yüksek Mühendis Mektebi) mezun oluyor. Yıl 1937. “Mezun oldum ama okuduklarımdan tatmin olmadım” diyor. Mimarlık okumaya karar veriyor ve liseden bir öğretmenine durumu anlatınca hocası Prost’la tanışmasına vesile oluyor. Prost’un ofisine gidiyor ve Prost ona Paris’te iki okul tavsiye ediyor. Babam Paris’te okula başladıktan sonra bir bakıyor ki kapıdan Prost giriyor. O okulda müdür olduğunu söylememiş babama. Bir hafta sonra babamı çağırtıyor ve “Şehircilik, yani urbanizm okumak ister misin?” diye soruyor. Derken babam sabahtan öğlene kadar mimarlık, öğleden akşama kadar da şehircilik okuyarak bu iki okuldan mezun oluyor. 1940’ta İstanbul’a döndükten sonra Prost’a teşekkür etmek için ofisine gittiğinde Prost kendisine, “Türkiye’nin ilk şehircisi oldun, benimle çalışır mısın?” diyor. Birlike Bursa, Yalova imar planlarını çiziyorlar. İki yıl sonraysa Lütfi Kırdar’a babamdan bahsediyor ve birlikte belediyede çalışmaya başlıyorlar. 1942-50 arasında Prost’un belediye danışmanı olarak nazım planında çalışıyor, Prost ayrıldıktan sonra 1950-52 yıllarında, Nazım Plan Dairesi’nin başdanışmanı oluyor.

Haberin Devamı

Yazının tamamını İstanbul Life dergisinin temmuz sayısında okuyabilirsiniz. Dergi, bu ay okuyucularına ‘İstanbul Camileri’ kitapçığı hediye ediyor.