Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Müdürü-müz Mehmet Emin Erişirgil’in Mülkiye’yi bitirdiğimiz sırada söylediklerini hiç unutmadık: “Siz devlet memuru olacaksınız. Devlete hizmet edeceksiniz.” Böyle demişti.

1938’de Mülkiye’den çok iyi bir dereceyle, güçlü bir cahil olarak çıkmıştım. Hukuk mahkemeleri usullerini seller sular gibi biliyordum. Ama toplum ve dünya gerçeklerinin çok uzağındaydım.”

1938 kuşağından Cahit Kayra, anılarını anlatmaya böyle başlıyor. Kayra 1917’de Trabzonlu bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğdu. Mülkiye’den çıktıktan sonra 1972’ye kadar devlet için, devlet memuru olarak çalıştı. Sonra politikaya girdi, milletvekili seçildi. Emeklilik sonrası gazetelere yazdı, kitaplar yayımlamaya başladı. Hâlâ yazıyor.

Haberin Devamı

100 yaşındaki Mülkiyeli büyüğümüzün yaşı gibi yayımlanmış kitaplarının sayısı da 100 dolayında.

Bugün Mülkiye’nin kuruluşunun 157’inci yılı. Hayattaki en yaşlı Mülkiyeli, Cahit Kayra’nın “Mülkiye“ anılarını aktarmak istiyorum.

Cahit Kayra, “38 Kuşağı” başlıklı kitabında, (İş Kültür Yayınları, Birinci Baskı 2002) Mülkiye hayatını anlatır:

“Mülkiye’de devlet parasıyla okudum. Bizim girdiğimiz yıl okul İstanbul’da Yıldız Sarayı’nın Yaveran Dairesi’nde idi. Şimdikilere göre eski zaman öğretmenleri. Kimi skolastik, kimi kazuistik, kimi olağanüstü idi... Sıddık Sami, Fazıl Pelin, Şükrü Baban, Cezacı Tahir Bey, Ali Fuat Başgil, Aynizade Tahsin...

İstanbul’dan Ankara’ya

Aynizade, yaklaşık elli yıl önce Mülkiye’den birincilikle çıkmış. Akıncı bir gençmiş. Bizim zamanımızda kürsüde önündeki eskimiş bir defterin sayfalarını çevirerek bize Charles Rist ve Gide’den şöyle bir şeyler okurdu; -Yunan’ı Kadim’de şair Antiparus der ki, ”Ey esirler kurtuldunuz, Çünkü yel değirmeni icat edildi...”

1937’de Mülkiye’yi Ankara’ya taşıdılar. Zamanında bu okula neden Mülkiye denmiş? “Mülki” asker ve sarıklı sınıfları dışındaki memurlara verilen ad. Bir sözlük daha çok şey anlatıyor; “Bir hükümdarın mülkü olan memleket” diyor.

Bir sonbahar günü Ankara’ya, öğretmen, yönetici, bunların aileleri ve öğrenci olarak vardığımızda 500 kişiden fazlaydık ve o günlerin küçük, tenha Ankara’sının nüfusunu belirgin bir yüzdeyle artırdık. İstanbul’da Yıldız’ın tatlı ve romantik rüzgârlar esen türlü renklerle çevrili doğasından Cebeci’de sarı, çorak ve ruhsuz bir sahranın ortasına, gerçekdışı resimlerdeki gibi tek başına ve sert çizgilerle dikilmiş yeni, modern bir binaya taşınmış olduk.

Haberin Devamı

Hayat dersleri

İstanbul’daki eğitim devleri yerine daha az profesyonel, daha az deneyimli ama bir açıdan dünyayı daha çok bilen öğretmenlerimiz oldu. Nazi Almanya’sından kaçıp gelenlerden Ernst Reuter, düzenli konferanslar verirdi. Konuları yöneticilik konularıydı,. Bugün, onun anlattıklarını daha iyi değerlendirebiliyorum. Bir konferansta, gelecekteki Türkiye’nin yöneticilerine, belediyecilik konusunu anlattı:

- Bir Belediye Başkanı feylesof olmalıdır. Yani bilgilerin bilgisini bilmelidir. Yaşam ve dünya görüşü olmalıdır. Çok geniş görüş sahibi olmalıdır. Her şeyi bilmeli, anlamalı ve değerlendirebilme gücü olmalıdır. Sanattan anlamalıdır. Sanat yaşamın amacıdır. Bu tür hazırlığı olmayan bir yönetici, hemşerilerinin gerçek istek ve ihtiyaçlarını değerlendiremez. Onları basit ve günlük, çağdaş uygarlıkla ilgili olmayan isteklerine yöneltir.

Haberin Devamı

Bu sözlerin ne kadar doğru olduğu, bugün çarpıtılmış ve ayağa düşürülmüş idarecilik anlayışının Türk belediyelerini ne hale getirdiğini, her şeyi nasıl çirkinleştirdiğimizi, tahrip ettiğimizi kendi gözlerimizle görerek anlıyoruz.

(Reuter, 1946’da Berlin’e döndü. Berlin harpten sonra ikiye bölündüğünde Batı Berlin Belediye Başkanı oldu.)

Mülkiyelilerin 157. yılını kutlarım.