Gündem ‘Tanrı uludur’ teklifi benden çıktı

‘Tanrı uludur’ teklifi benden çıktı

18.07.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Türkçe ezan, 18 Temmuz 1932’de yürürlüğe girdi. Geçen 82 yılda ilk kez bu konuda bilinmeyenler, ezanı Türkçeye çeviren Hafız Ali Rıza Sağman’ın torununun paylaştığı arşiv sayesinde belgelendi

‘Tanrı uludur’  teklifi benden çıktı

Türkiye’nin yakın tarihinde en çok tartışılan konuların başında ezanın Türkçe okutulması geliyor. Atatürk’ün talimatıyla 1931 yılı aralık ayı sonunda dokuz hafızın Dolmabahçe Sarayı’nda çalışmalarına başladığı Türkçe ezan, 18 Temmuz 1932’de Diyanet İşleri Başkanlığı kararıyla yürürlüğe girerek 18 yıl boyunca minarelerde yankılandı. Atatürk, 9 hafız arasından Hafız Ali Rıza Sağman’ın ezan çevirisine onay verirken, aradan geçen 82 yılda Türkçe ezan konusuyla ilgili bugüne kadar çok az kişinin bilindiği ayrıntılar da gün yüzüne çıktı. Hafız Ali Rıza Sağman’ın 67 yaşındaki torunu Ahmet Doğan Işık, tozlu arşiv rafları arasında bulunan 1943 yılına ait Türkiye Maarif Tarihi Kitabı’nın 5.cildindeki Hafız Ali Rıza Sağman’ın 4 sayfalık anılarını Milliyet’le paylaştı. İşte Hafız Sağman’ın o anıları...

‘Hafız işi değildi’
“(...)Sarayın altındaki küçük salonda Tekbir meselesi mevzu bahis oldu. Yaklaşmakta olan bayramda camilerde okunacak olan Tekbirler’in Türkçeleştirilmesi isteniyordu. Halbuki bu hafızların yapacakları iş değildi. Bunu yalnız Arapça bilen hocalar da yapamazdı. Hem Arapça hem Türkçe bilen hem de musikide tasarruf sahibi olan kimselerin yapması lazım gelirdi. Yüreğimi titretti. Bugün camilerde okunmakta olan Türkçe Tekbir işte bu titreyişin eseridir.”

‘Münakaşa oldu’
“Bugün camilerde okunan Türkçe Tekbir sırf benim mücaledemin meyvesidir. En birinci şahidim oradaki hafız arkadaşlarımdır. Hasan Cemil reislik ettiği bu meclisteki 9 hafızdan 8’i bir taraf oldular. Bunların başında Hafız Kemal vardır. Hafız Kemal ‘Allahu Ekber’i, ‘Allah büyüktür’ tarzında Türkçe’ye çevirelim diyordu. Ben, Allah büyüktür terkibinin hem sıfatına hem mefhumuna itiraz ederk ‘Tanrı Ulu’dur denilmesini ileri sürdüm. Saadettin Kaynak da Hafız Kemal tarafını tutuyordu. Fakat o da tezini müdafa edemedi. Allah’a karşı Tanrı, Ekbere karşı ulu ve büyük kelimeleri üzerinde hayli münakaşa oldu. Neticede görüldü ki Allahuekber, Allah büyüktür ve Tanrı uludur, cümlelerinin üçü de hece sayısınca birdi. Müzakere bu safhaya gelince Hasan Cemil Şöyle bir teklifte bulunarak münakaşaya son verdi: “Her ikisini de Atatürk’e okuruz onun istediği ve beğendiği kabul edilir.”

Ata’nın yanına çıktık’
Komisyon azası sarayın üs katında bulunan Atatürk’ün huzuruna çıkıyordu. Hasan Cemil bize ‘Durun’ dedi, şunlara bir sürpriz yapalım. Atatürk ile yanındakiler bizim üst kata çıktığımızı görmemişlerdir. Oraya çıkar çıkmaz reisimizin teklifi üzerine ‘Allah büyüktür, Allah büyüktür’ diye o maruf nağmeleri yüksek sesle ve hep bir ağızdan bağırarak yürümeye başladık. Henüz Allah’ın Ali saray kubbelerinin titretmeye başladığı ilk anda Atatürk’ün başı bizden yana döndü ve pek hoşlanarak ve gülerek yerinden kalktı bize doğru yürümeye başladı. Biz de okuya okuya kendilerine yaklaştık. Atatürk pek seviniyor,tatlı tatlı gülüyordu. Tekbir bitmişti.
Hasan Cemil söze başladı: “Tekbiri Türkçeye çevirirken hafızlar arasında itilaf çıktı. Kimi ‘Tanrı Uludur’ olsun diyor, kimi ‘Allah büyüktür olsun’ diyor. ‘İkisinden birisinin kabulünü yüksek tasviplere bıraktık’. Reisimiz münakaşayı olduğu gibi söylememiş, kısa kesmişti. ‘Tanrı Uludur’ diyen hafızların bir kısmı değil, bir tek idi. Ben onun böyle söylemesini isterdim. Fakat o sırada sükuttan başka çare yoktu.”

‘Evvelki unutulsun’
“Atatürk: ‘Her ikisini de dinleyelim!’ buyurdular. İlkin ‘Allah büyüktür’ diye başladık. Kemal ile arkadaşları pek istekli ve neşeli okuyorlardı. Kendilerininkini beğendirmek için azami gayret sarf ediyorlardı. Atatürk ise kaşlarını çatarak dikkat kesilmiş, ayakta dinliyordu. Tekbir bitti. Hakikaten pek parlak okumuştu. Saray çın çın ötüyordu. Atatürk: ‘Bir daha!’ buyurdular. Allah büyüktür avazeleri tekrar yükseldi. Bundan sonra Atatürk: ‘Şimdi ötekini!’ buyurdular. Şimdi benim dediğim okunacaktı. Okundu. Fakat arkadaşların bilâiltizam diyeceğim, neşesiz oldukları seziliyordu. Atatürk bunun için de: ‘Bir daha!’ buyurdular. Bir kere daha okuduk. Bu sefer ben de onlara inat kuvvetli ve neşeli okudum. Okuyuş bitti. En heyecanlı ana gelmiştik. Yalnız hafızlar değil. Oradakilerin hepsi dikkat kesilmiş kulak kesilmiş göz kesilmişti. Atatürk’ün ne diyeceğini, hangisini beğeneceğini bir an evvel öğrenmek istiyorlardı. O, üç değil, iki kelime ile hem bu sabırsızlıklara, meraklara son verdi, hem de tekbirin metnini tespit etti. Ve ‘Evvelki unutulsun!’ buyurdu.”

Arkadaşlar suküte daldı
“Ben titriyordum. Çünkü böyle bir işi böyle bir huzurda başarmış ve imtihanı kazanmıştım. Arkadaşlarım suküte daldılar. Yalnız Galatasaray Lisesi muallimlerinden Hafız Nuri kulağıma: ‘Tebrik ederim’ diye fısıldadı. Atatürk yeni metnin aslından daha parlak olduğunu ve nağmeye yakıştığını söyledi. Hafız Kemal’de şöyle garip bir mütaalada bulunmaktan çekinmedi: “Biz minarede ezan okurken Allah kelimesinde nağme yaparız da... Atatürk bir şey söylemedi ben işi üzerime alarak dedim ki bu muaazam inkilap karşısında böyle bir nağme dinlenmez ya!”

Haberin Devamı

Türkçe ezanda geçen sözler

Hafız Ali Rıza Sağman’ın Türkçe ezanında geçen sözleri şöyle:
“Tanrı uludur
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı’dan başka yoktur tapacak,
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı’nın elçisidir Muhammed
Haydin namaza, haydin felaha
Namaz uykudan hayırlıdır”