Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yıllar önce bir Beşiktaş antrenmanında gazeteci İsmail Er, her zamanki esprileriyle genç meslektaşlarına takılıyor:

“-Ya oğlum, Selahattin KOYUNCU, Murat DEVECİ, Vedat DANACI, Fatih KUŞÇU... Bi gün sizi bir yerde toplayıp röportaj yapmalı... Köyü ve doğayı bırakıp buralara gelmişsiniz... Ne işiniz var gazetecilikte?”

İsmail, doğru bir yerden dokunmuştu... Hepimiz köylü bir ulusun çocuklarıydık. Doğayla iç içe, çiçeklerle, başaklarla, kurtla, kuzuyla büyümüştük. Atalarımız soyadı alırken de doğal kaynaklara başvurmuştu.

Haberin Devamı

Türkiye’nin sosyal gelişiminde köylü tarım toplumundan kentsel endüstri toplumuna geçiş yaptık.

Adı geçen dört meslektaşım da o geçiş macerasının sonunda sapına kadar gazeteci kimliği taşıyan kentsel endüstri toplumunun başarılı bireyleri oldular.

Rahmetli Selahattin’in oğlu Erkan Koyuncu da babasının yolunu seçti. Spor sayfalarının heyecanlı, uyanık, çalışkan ve sevimli bir spor gazetecisi oldu. Fatih Terim’in cezalı olduğu dönemde Galatasaray tribünlerinden maç izlerken zumlanmış fotoğrafı, onun ölümsüz işlerinden biridir.

Gelin görün ki yaşam hızla değişiyordu. Hayatı, bir yandan kolaylaştırken, öte yandan yeni sıkıntılar, sorunlar ve çatışmaların içinde ayakta kalmayı, koşmayı dayatıyordu.

Yurttaş gazeteciliği

Örneğin hızla gelişen teknoloji, mobil telefonun içeriğini öylesine zenginleştiriyordu ki artık herkes fotoğraf çekebiliyor, “facebook”da, “instagram”da paylaşıyor, kendi kendinin muhabirliğini yaparak “yurttaş gazeteciliği” örnekleri sergiliyordu. Dahası, “selfie”lerle de zenginleşti sosyal medya menüsü... Bu gelişme önce basındaki foto muhabirlerini baskı altına aldı. Fotoğraf stüdyolarının kapısını daralttı. Ancak fark yaratanlar ayakta kalacaktı.

Erkan Koyuncu işte o fark yaratan meslektaşlarımdan biriydi. Foto muhabirinin sadece fotoğraf çeken biri olmadığını, deklanşöre her basışında yeni bir haberi de veren gazeteci olduğunu kanıtladı. Endüstriyel toplum, elbette sporumuzu da etkiledi. Metin Oktay’ın taksi ile, Kadri Aytaç’ın bisikletle gelip gittiği idmanlar, halkın ve taraftarların arasında yürüdüğü yıllar çook gerilerde kaldı. Endüstriyel futbol gelirleri, borçları, reytingleri ve egoları büyüttü. Halkla “kamu yararına faaliyet gösteren” spor kulüpleri birbirlerinden koptular, uzaklaştılar. Kamu ile sporun arasına belediye nizamlarına aykırı 3,5 metrelik duvarlar, beş tonluk çelik kapılar girdi.

Haberin Devamı

Erkan Koyuncu, sadece kendini koruyan kişisel ya da kurumsal egoizmin, dışardaki ya da çevredeki masumları hiç hesaba katmadan ölümcül önlemler alan paranoyanın kurbanı oldu.

Böylece “fücceten ölüm” hayatın da sporun da fıtratına dahil edildi. Galatasaray Spor Kulübü, Florya’daki hesaplanamayan, görülemeyen kazaya, o feci ölüme karşı kuşkusuz vicdani bir hesap verecek ve sorumluluğunu yerine getirecektir. Bu arada o kadar işinin yanı sıra Florya patronluğunun da üstüne kaldığını nazlı bir eda ile anlatan, şimdilerde ses çıkarmadan vicdanıyla hesaplaşmaya çalışanlar da olacaktır. Bu olayı tüm sorumlularıyla hukukun önüne taşımak, yargı kararıyla ders çıkararak sert ve acımasız önlemlere insani boyutlar da katmak hepimizin boynuna borçtur.

Haberin Devamı

Erkan Koyuncu’nın beş tonluk kapıya sıkışarak ölümü, bir türlü endüstriyelleşemeyen, bir türlü demokratikleşemeyen, bir türlü sportifleşemeyen toplumun yüzüne tutulan bir aynadır.

Hadi, yüzümüz varsa aynaya bakalım!

* * *

Ecce Homo Prandelli

Sevgili Erkan’ın Eyüpsultan’daki son cenaze namazında da alınacak ders vardı. Birincisi: Türkiye’nin en büyük camilerinden biri tadilattaydı. O nedenle bir kapı aralığında çifte cenaze namazı kılındı. O sıcakta insanlar nefes nefese dip dibe, sırt sırta sıralandılar. Oysa caminin başka bölünlerinde boş ve geniş alanlar vardı. Tadilat iyi de... Hizmet ve ibadet için alternatifler unutulmuştu.

İkincisi ve daha da önemlisi: Cesare Prandelli’nin insani yaklaşımı. Tüm takımı oraya getirip cenaze dışında bir ilgi odağı oluşturmaktan kaçındı. 6 futbolcusuyla oraya gelip cemaatin bir parçası oldu. Kenara çekilmedi. Cenaze namazının ön safında imama uyup dualara “amin” dedi. Eşinin amansız hastalığı sırasında kariyerine ara veren, içinde yaşadığı toplumla empati yapmak için bir günlük oruç tutan Prandelli, “İşte İnsan” (Ecce Homo) dedirtti bana.

Saygı ve acıyı paylaşmaksa... Evet, Prandelli!

* * *

Müşteri değil, taraftar

Yaz rehaveti içinde dikkatlerden kaçmasın. Geçen hafta sonunda Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde büyük bir taraftar sempozyumu vardı. Avrupa’dan Football Suppoters Europe, Türkiye’den Taraftar Hakları Derneği, Taraftar Hakları Dayanışma Derneği’nin katıldığı sempozyumda en önemli mesaj “Müşteri değil taraftarız!” oldu.

Öteki önemli mesajlar da şöyle: Taraftarların ve taraftar gruplarının mutlaka spor hukuku alanında uzmanlığı olan ya da en azından hukukçu kimliği taşıyan kişilerden mutlaka destek almaları ve öncelikle kulüpler, federasyon ve yasalar karşısında haklarını öğrenmeleri, bireysel taraftarların ve taraftar gruplarının mutlaka birbirleriyle iletişim halinde olmaları ve hatta bu iletişimi yüzeysel olmaktan ziyade bir platform (ör:ulusal taraftar grupları ağı)altında oluşturmaları gerektiği.. Özellikle federasyon ve yasalar ile dayatılan Passolig uygulamasının karşısında taraftar gruplarının sessiz kalmamaları ve tepkilerini demokratik temellere dayanarak güçlü bir şekilde göstermeleri... Taraftar gruplarının kurumsal yönetişim ilkeleri doğrultusunda oluşturulmaları, bu şekilde kulüpler ve federasyon ile ilişkilerde daha profesyonel bir yaklaşımın oluşturulabilmesi.