Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Milli Takım’ın Antalya’da oynadığı maçta, kaybettiğimiz keyfi, saygı duyduğumuz oyunu bulduk.
Belki “bayat konu” diyerek burun kıvırabilirsiniz ama, kayıtlara geçsin diye söylüyorum: Bu Milli Takım’ın oynadığı ve oynayacağı her maça kefilim.
Bu Milli Takım’la yaşayacağımız her olaya ve tanıklığa hazırım.
Lucescu’yu ya da takımın tümünü... Kadrodakilerden birini ya da birkaçını... Taktiklerini, becerilerini, performanslarını eleştirebilirim.
Bunlar oyunun içinde var olan gerçekler.
Bu ülke, futbolun kendi hakikatlerinden koparak farklı zeminlere başka kulvarlara ve başka alanlara kaydığı zaman huzuru da başarıyı da saygıyı da kaybetti.
Polemiklerin, yersiz ve zamansız tartışmaların, anlamsız ego savaşlarının ortasında pusulayı şaşırdı.
Milli Takım, saha içindeki oyunun değil, saha dışındaki oyunların (!) arenasına dönüştü.
Maalesef medya da o arenadaki yerini aldı. Futbolda her geçen gün yeni cepheler açıldı...
Laf salatası yapmaktan, suyuna tirit tartışmalardan, kişisel egolardan kendimizi kurtarıp bir türlü oyuna dönemedik.
Çok kavga ettik, çok gider yaptık. O meydan okumaların sonunda Dünya Kupası’nın dışında kaldık.
Bu dışarıda kalmak başa gelir, çekilir bir şeydi. Katlanabilirdik.
Acımız, katlanılacak gibi değildi. Çünkü hiç oynamadan, oyuna katılmadan kavgalar - çekişmeler, kakışıp itişmeler nedeniyle çaktık!
Mircea Lucescu’nun böyle bir süreçte Milli Takım’ın başına gelmesi yapılabilecek en akıllı tercihti.
Herhangi bir kampın adamı değildi. Bizim bölünmüşlüğümüzde taraflardan biri olmak gibi bir zorunluluğu yoktu!
Büyük vaatleri iddialı söylemleri de yoktu!
İşbaşı yaptığı zaman doğru bulmadığımız, yanlış yorumlanacak, mesnetsiz kahramanlık öykülerine dönüştürülebilecek hataları da oldu.
Küçük bir avans verip, destek kredisi açarak dikkatle izlemeye çalıştık.
Hakça söyleyelim, netameli adamdır Lucescu. Kaş yapayım derken göz çıkarabilir.
Ama ayrıntıların ötesinde iyi adamdır. İyi hocadır!
İrlanda maçı, Mehmet Topal’ın attığı golün dışında, sıradan bir hazırlık maçının çok ötesinde bir anlam taşıyor. Gelecek hesapları yaptığımızda vaad edecek bir takım bu. Karadağ maçı oynanmadan onlara güvenle bakıyorum.
Lucescu’nun Milli Takım’a çağırdığı ve seçtiği oyunculara baktığımızda...
Kariyerinin başında, aydınlık bir gelecek vaadeden, podyumlara çıkmak için kendisini geliştirmeye çalışan genç ve enerji dolu çocuklar görüyoruz.
Hepsi de masum, hepsi de yetenekli... Her maçta bir şeyler öğrenmeye gayret eden çocuklar.
Çağlar, Serdar, Hasan Ali, Yusuf, Okay, (Ümit takımına geçici görevle giden) Abdülkadir, Hakan, Cenk, ille de Cengiz...
Bu çocuklarla niyet edersek, her yere gideriz. Yeter ki geçmişten ders çıkarıp doğru analizlerle onlara el uzatalım, ışık tutalım.
Artık öfkeyi, egoyu, polemiği, sahte güç gösterisini, gider yapmayı bırakalım...
...Ve sabırla bekleyelim. Onlar da büyüsün, biz de!

Haberin Devamı

Müezzin, Mourinho ve senfoni

Haberin Devamı

Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Albayrak’tan güzel bir davet aldık. Basın Konseyi Yüksek Kurulu olarak hep birlikte Tekirdağ’a gittik.
Galatasaray Basketbol Şubesi’nin sıkça eleştirdiğim eski yöneticisi Can Topsakal ve Erman Eren’in bağını gezdik. Fransızlarla rekabete girecek şaraplarını tattık. Sonra ver elini Çerkezköy... Genel Sekreter Oral Karakaya, Çerkezköy Belediye Başkanı Vahap Akay’la birlikte İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın “Kanlı Zirve” konserini izledik. Süleyman Alnıtemiz Çanakkale savaşlarında çarpışan Türk ve ANZAK askerlerinin dramını bestelemiş. Sanat tarihimizde belki de ilk defa bir konserde müezzin Akif Kılıç, Mehmet Akif’in dizeleriyle ağıt okudu, Buğra Uğur Avustralyalıların şarkısını söyledi. Bas Bariton Zafer Erdaş, Atatürk’ün ANZAK annelerine yazdığı mektubu okudu. Şef Murat Cem Orhan enerjisiyle orkestrayı yönetti.
Zafer Erdaş’ı Mourinho’ya benzettim ben. İtiraz etti. Placido Domingo’ya daha çok benziyormuş. Evet, ondan daha yakışıklı. Zafer Bey Galatasaraylı. Eh, Cim - Bom şampiyon olursa, ondan da bir aslan kükremesi dinleyebiliriz Arena’da! Güzel senfoni için sanatçılarımıza, Başkan Kadir Albayrak’a ve sevgili meslektaşımız Elif Jale Aytaman’a teşekkür ederiz...

Haberin Devamı

Vay Balatlı vaay!

Sapına kadar gazeteci. Duygusunu ve dikkatini kaybetmemiş bir edebiyat eleştirmeni. Ve bilinen işiyle spor yazarı. Benim dostum ve sevgili meslektaşım Ahmet Çakır, yazdığı onca spor kitabından sonra “Bana Derler Balatlı”yı da yayınladı...
Kastamonu’nun dar gelirli bir köylü ailesinden çıkıp İstanbul’un Balat’ında emek ve çileyle kozasını ören Ahmet, çocukluğunu, ilk gençliğini, futbol aşkını ve okuma - yazma tutkusunu olağanüstü bir dürüstlükle yazmış.
Vücudundaki eğri- büğrü, kırık - dökük yerleri... Bakkal çıraklığı yaparken sepetten çaldığı yumurta ve gofretleri, akraba ve komşulardan topladığı bayram harçlıklarıyla futbol takımı kurmasını, gayrimüslim komşularını, küçücük puntolarda anlattığı öykülerle dile getirmiş. Bana Derler Balatlı’da hepimizden öyküler var. Balat’tan yetişen futbolcuları (Muharrem ALGIÇ/F.Bahçe), (Ahmet CEYHAN/G.Saray) ve (Kahraman KARTALOĞLU/Beşiktaş) da yazmış Ahmet. Tabii bir de unutulmaz güreş adamımız Necdet UÇAR var. Bu kitabı okumanızı öneririm. Sinemacılar da boş geçmesin. Balatlı’dan iyi senaryolarla 2-3 film çıkar. Eline sağlık Ahmet!

Bırakın Bolulular da sevinsin!

N’olmuş yani Fener altı yediyse...
Fenerbahçeli dostlar özel maçta Boluspor karşısında uğradıkları 6-2’lik yenilgiye (hezimete) fena halde bozuk atıyorlar. Neymiş efendim, genç oyuncular da olsa Fener 6 gol yiyemezmiş...
İyi ama arkadaşlar...
Kalede Türkiye’nin en iyi yerlisi Volkan Demirel yok muydu? Valbuena, Giuliano, Soldado, Fernandao hiç süre almadı mı?
Bırakın, dünyanın sonu değil. Sizin tarihiniz çok zengin. Boluspor’un tarihine de böyle geçin.
Sizler de her yıl 6 Kasım’larda 6 golü kutluyorsunuz ama...
Bırakın biraz da Bolulular sevinsin!