Kültür Sanat Bilimsel tarihçilik

Bilimsel tarihçilik

12.05.2011 - 20:49 | Son Güncellenme:

Ahmet Yaşar Ocak yeni kitabında Anadolu’da payen inançlarla Hıristiyan ve İslam inançları arasındaki geçişkenliği gözler önüne seriyor.

Bilimsel tarihçilik

Ahmet Yaşar Ocak’ın “Ortaçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri” adlı akademik eserinin ilk cildi yayımlandı. Bu cilt, Selçuklular dönemini kapsıyor. İkinci cilt ise Osmanlılar dönemiyle ilgili olacak.
Bu eserinde Ocak, Anadolu’daki kadim inançlarla İslamiyet arasındaki etkileşimi anlatarak, Anadolu’da payen inançlarla Hıristiyan ve İslam inançları arasındaki geçişkenliği, dolayısıyla bizim tarihimizin hayranlık verici renk- liliğini gözler önüne seriyor ve bu alandaki ‘modern’ ideolojik tarihçilik kalıplarını yıkıyor.
Prof. Ocak’ın bütün eserleri, hem birincil kaynaklara ve ilmi literatüre dayalı içeriğiyle, hem ‘sosyal tarih’ metoduyla Türk tarihçiliğinin en değerli verimleri arasında yer almaktadır.

Tarihin saptırılması
Köprülü, Gölpınarlı ve Osman Turan gibi üstad tarihçileri şükranla zikreden Ocak, onların da “kendi konjonktürel şartlarının etkisi altında yazdıklarını” belirterek günümüzdeki tabloyu şöyle resmediyor:
“Türk toplumu siyasetçisiyle, medyasıyla, eğitim sektörüyle, halkıyla reddedici ve muhafazakâr olmak üzere iki kesime ayrılmıştır. Bu Türk tarihçiliğinde Türk-merkezci, Batı-merkezci, İslam-merkezci vesaire gibi birtakım ideolojik eğilimler yansıtan bir tarih anlayışı doğurmuştur. Bu anlayışın çok tabii bir neticesi olarak tarih, ya bir sövgü veya kutsal bir iman alanı haline dönüştürülmüş, yapılan araştırmalar genellikle ya en çirkinin veya en kötünün yahut en ideal, en iyi ve en güzelin tarihini yansıtır olmuştur.”
Kemalist, Marksist, Türk-İslam sentezcisi, muhafazakâr-ilahiyatçı tarihçileri ve Alevi ideologların tarih yazımını eleştiren Ocak’a göre, bu ‘saptırılmış tarih şuuru’ tarihimizin çok-renkli vasfını unutturmuş, “hızla geriye doğru giderek kendi içindeki etnik, kültürel ve dini farklılıkları dışlama” yönüne gitmiştir. Türkiye’nin “tekrar birlikte yaşama şuuruna ermesi, değişik kesimleriyle, birbiriyle uzlaşmış bir toplum olarak geleceğe yönelmesi” için “gerçek bir bilimsel tarih perspektifine” yönelmek gerekmektedir.
Ocak, belgelerin pek az olduğu muğlak ve sisli Anadolu Selçuklu tarihini idealize etmiyor, kötülemiyor; ortaya çıkarmak için bazı kavramları anahtar olarak kullanıyor: Göçebe, köylü, şehirli, heterodoks, payen, Şaman, halk Hıristiyanlığı, halk İslamı, yüksek İslam, medrese, cami, tekke ve zaviye, manastır gibi...
Bu kavramlar, Türk İslamının nasıl zengin kaynaklardan beslenerek oluştuğunu ortaya koyuyor. Orta Asya’dan gelirken Türkler bu kavramların altındaki zengin kültürlerle tanışmışlardı. Anadolu’daki yerli Hıristiyanlara hoşgörülü davranmalarında bunun büyük rolü vardır. Böylece iki kültür arasında ‘yumuşak ve verimli bir ilişki ortamı’ oluşmuş, iki dinin âlim ve mistikleri arasında iletişim yaşanmıştır. Bin yıl birlikte yaşamanın sırrı buydu.

Geriye mi gittik?
Mevlana’yı da etkileyen Endülüslü büyük mutasavvıf Muhyiddin Arabi’nin farklı inançlara teolojik planda nasıl hoşgörülü baktığı malumdur. Fakat Endülüs’te Hıristiyan İspanyolların ‘Reconquista’ zulmünü gören Arabi, Hırıstiyan tebaaya hoşgörülü davranan Selçuklu sultanlarını eleştirmiştir!
Mevlana ise, Hıristiyan bir tüccarı aşağılayan bir Müslümanı “Git özür dile ve duasını al!” diye uyarıyordu. Ocak’ın gösterdiği gibi, Mevlana Sünni bir mutasavvıftı.
İşte Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş ve Ocak’ta okuduğumuz çok sayıdaki mutasavvıf, sufi ve mütefekkir, yine Ocak’ın deyişiyle, “böyle bir zeminin insanları”ydı.
Tarihimizin Jakoben dönemlerini hatırlayalım; Ocak ‘geriye gittiğimizi’ söylerken haksız mı? Onun için, Ocak’ı okumamak bir eksikliktir; bilgi eksikliği olduğu gibi, daha vahimi, metot ve anlayış eksikliğidir. n