Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bir oyun yedi senedir müthiş bir başarıyla devam ediyor, millet yer bulabilmek için kendini paralıyor, biletlerin karaborsada 300 liraları gördüğü oluyorsa, bu oyuncusunun popülerliğiyle açıklanabilir mi? Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Erdal Beşikçioğlu tarafından oynanan tek kişilik oyunu ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni, İstanbul turnesinin son gününde yakaladım nihayet. Biraz da bu sorunun cevabını ve de ilginin abartılıp abartılmadığını merak ederek.
Seçimlerin bir gün öncesi, günlük güneşlik bir cumartesi günü, öğle sonrası. Kendini kırlara bayırlara, deniz kıyılarına vurmak için dayanılmaz bir istek duyacağın günlerden...
Oyuna daha bir saat var ve Üsküdar Tekel Sahnesi’nin önünde anlam veremediğim bir kalabalık...
İçeri girince anlam veriyorum, öyle bir izdiham var ki ve yerler de numarasız, sıraya giriyorsun.
Sisler arasında salona vardığında gördüğün, koskoca bir vinç, tepesinden sarkan bir ayak... Ayağın sahibi Erdal Beşikçioğlu tarafından bir düğmeyle idare edilen o vincin, tek başına nasıl işlevsel bir dekor olduğunu oyun ilerledikçe fark ediyorsun. Yönetmen Cem Emüler, Gogol’ün ünlü metnini o vincin üzerine oturtarak son derece yaratıcı bir işe imza atmış. Dudak uçuklatan performansıyla Erdal Beşikçioğlu da bunun hakkını fazlasıyla veriyor.
Çarlık Rusya’sında yedinci dereceden bir memur olan Popriçin’in kademe kademe delirmesine tanıklık ediyoruz, 75 dakika.
Bir süre sonra onun bilinç akışı kadar hızlı hareket eden Beşikçioğlu’nu da izlerken nefesinizi tutuyorsunuz. Vincin sepetinde tepe üstü sallanarak mı oynamıyor, tepedeki borulara tutunup da aşağıya mı sarkmıyor, vincin tepesinde yürek hoplatan akrobatik yürüyüşler mi yapmıyor...
Ve bütün bunları da dünyanın en basit işi gibi yapıyor üstelik.
Sesine ve bedenine bu derece hakim bir oyuncuyu izlemenin etkisine kendinizi kaptırırken; zamanı, dışarıdaki güneşli havayı, ülkedeki güneşsiz atmosferi, hepsini unutuyorsunuz. Abartı filan yok, ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ sahiden kaçırılmayacak bir oyun.

Haberin Devamı

HÂLÂ GÜVENMEK MÜMKÜN MÜ?

Haberin Devamı

Geçen hafta izleyip yazdığım Dot’un ‘Dövüş Gecesi’ oyununda seyirciye sorulan bir soru vardı... Cevap verirken tereddüt etmediğim, üzerine düşünmediğim bu soru, pazar gecesi seçim sonuçlarını izlerken hortladı.
Soru, “Bu salondaki insanlara güveniyor musunuz?”du. “Ne diye güvenecekmişim tanımadığım insanlara?” deyip “Hayır”a basmıştım.
Bunun ne fena bir ruh haline işaret ettiğini ise sonradan düşündüm.
Orada benimle aynı oyunu görmeyi tercih etmiş, bir takım ortak paydalarımız olduğunu tahmin ettiğim bir grup insan vardı, güvenilmeyecek bir yanları yoktu. Ama insanın içindeki güvenme yeteneği, evet bence bu da bir yetenek, o saf ve inançlı taraf zedelendiği zaman, artık her şeyden şüphe etmeye başlıyor.
Ve bir ülkenin atmosferi içinize işleyip o sahip olduğunuz yeteneği unufak edebiliyor.
Seçim gecesi her ajanstan başka haber gelirken, bu ‘bir şeye güvenememe’ halinin ne fena olduğunu sonuna kadar hissettim.
Haber ajansının verdiği bilgiye güvenme, televizyon kanallarının söylediğine inanma, siyasi partilerin açıklamalarına zaten itibar etme, bu böyle böyle yan komşuna kadar geliyor ve insanı yalnızlaştırıyor.
Benim için bu seçim sürecinin bıraktığı duygu budur; yalnızlık.
Şimdi birileri sevinir, birileri üzülür, herkes birbirine deli gibi öfkelenirken, maalesef bir de gerçek var: Bütün bu ‘taraf’ların bir arada yaşama mecburiyeti.
Mümkünse birbirine az da olsa güvenmeyi, inanmayı deneyerek... Tabii mümkünse hâlâ...