Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yaz geldi mi ortaya çıkan romantik komedilerdeki elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen, bir erkeğin kanatları olmaksızın nasıl hayatta kalacağından endişe ettiğimiz sakar ve şirin kızlardan o derece bıkmışız ki, Show TV’nin yeni dizisi ‘Kalp Atışı’nın Eylül’ü ilaç gibi geldi.

Öykü Karayel’de doğal olarak bulunan o kendinden emin, ‘cool’ halin de etkisiyle karşımızda kimseye eyvallahı olmayan, dikbaşlı, gayet mesafeli, hatta yer yer soğuk bir kadın karakter var. Lisedeyken tam bir baş belası olduğunu izledik, 12 yıl içinde gözükara ve parlak bir beyin cerrahına dönüştü.

Haberin Devamı

Biz dizilerdeki kadın karakterlerin mesleklerini hobi gibi yapmalarına, iş yerine süs bebeği kontenjanından gitmelerine alışığız, Eylül haftada 12 saat uyuyacak kadar işkolik ve becerisiyle bütün erkek doktorları da sollayıp geçiyor.

Gene bildiğimiz kadın karakterler birine aşık oldular mı iyice şapşallaşır, arada ergen kaprisleri yaparlar, Eylül lisedeyken hocası şimdi de çalıştığı hastanede meslektaşı olan Ali Asaf’ın karşısında da aynı ‘cool’ tavrını koruyor.

Neticede, memnunuz Eylül’den, kadınların da kafasının çalışabileceğini gösteren, karizmatik bir karakter.

Buna karşılık onun hayatını değiştiren, ‘mentoru’ olduğu iddia edilen, canlandıran oyuncu Gökhan Alkan henüz 30 yaşında olduğuna göre hangi ara dünyaca ünlü bir profesör olmayı başardığını bilemediğimiz Ali Asaf, maalesef aynı ilginçlikte değil. Durup durup çok derin bir şey söylüyormuş gibi bir edayla klişe bir cümle kuruyor. Eylül’e durup dururken, “Benimle çıkar mısın, evet diyene kadar vazgeçmeyeceğim” demek dahil. Bunlar ortaokulda kaldı sanıyorduk.

Absürd sahneler de var ama

‘Kalp Atışı’ bir Kore dizisinden uyarlama ve çoğunu romantizm bulutu içinde hoş görmeye çalıştığımız absürd sahnelere de sahip. Mesela Eylül’ün Cüneyt Arkın gibi bir hamlede beş adamı devirebilme gücüne sahip olmasının bir açıklaması vardır umarım.

Ama asıl son bölümde öyle saçma bir hikayeye tanık olduk ki, üzerine çıkılamaz herhalde. Sekiz yaşındaki Umut’un, Krabbe hastalığına sahip olduğu ortaya çıkıyor. Henüz bilinen bir tedavisi olmayan bir hastalık. Çocuğun ailesine durum söyleniyor ve annesi gözyaşları içinde Ali Asaf’a geliyor, “Bana yardım edin doktor bey, Umut’a bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.”

Haberin Devamı

Neden söyleyecekse?

Ve iki doktor, baba, gözüyaşlı anne, sekiz yaşındaki çocuğun karşısına dikiliyorlar. “Ağlama anne, canım o kadar da acımıyor” diyen çocuğa “Yok, ondan değil sen hastaymışsın” diyorlar. Derken Doktor Ali Asaf Bey koşuyor yardıma ve “Umut, dostum, üzgünüm ama iyileşemiyorsun çünkü senin hastalığının tedavisi yok” diyor. Çocuk hâlâ aralarında en akıllı olan; “Dedem gibi mi? Ama o öldü, ben de mi öleceğim?” diye soruyor ve “Evet” cevabını alıyor. Ama çok şükür hemen değil beş yıl kadar sonra. “Ooo” diyor, “Çok uzunmuş. Dondurma yiyebiliyor muyum?” Ona da “İstediğin kadar” yanıtını alınca “Üzülmeye gerek yok o zaman” diyip rahatlıyor.

Bu arada bizim o derin bakan gözleriyle cesaret timsali bir davranış sergileyen doktora hayran olmamız gerekiyor, nasıl da dürüst davrandı diye. Yok artık.

Haberin Devamı

Senaristler acaba hiç tuhaf bulmadılar mı yazdıkları şeyi? Nerede görülmüş sekiz yaşında çocuğa “Öleceksin” dendiği? “Bunu bilmesi gereken ilk kişi Umut” diyor bir de doktor. Niye, “Az zamanım kalmış, carpe diem” diyip dünya seyahatine mi çıkacak?

Anladım, bu taş kalpli insanları üzüp ağlatacak bir sahne. Ama bu uğurda dilediğimiz kadar saçmalayabiliyor muyuz?