Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Ben, o güne kadar bu ülkenin bir vatandaşı olduğumu bilmiyordum...” Pek çok yürek yaralayan cümle vardı Mukhtar Mai’nin sözlerinde, nedense en çok aklımda kalanlardan biri bu oldu


Vatandaş olduğunu, hatta insan olduğunu bilmeyen, yasalarla korunan bir takım haklara sahip olduğunu aklına bile getirmeyen bir kadın. Birtakım haklar derken, komşu köyün ileri gelenlerinin toplanıp aralarından dördünün ona tecavüz etmesine karar vermesine karşı çıkmayı kastediyorum. Belki biliyorsunuz, belki unuttunuz, Pakistanlı Mukhtar Mai’nin başına gelen tam bu. Planlı, programlı, seyircili bir toplu tecavüz. Topu topu 10 yıl önce, 2002 yılında.
İstanbul Tiyatro Festivali’nde okuma tiyatrosu olarak sahnelenen ‘Yedi’de dünyanın yedi ülkesinden yedi güçlü ve cesur kadının hikayesi anlatıldı. Her biri diğerinden etkileyiciydi ama oyunun afişlerinde de yer alan hüzünlü yüzüyle Mukhtar Mai’ninki en dehşet verici olanıydı. Üstelik

“BEN VATANDAŞ OLDUĞUMU BiLMiYORDUM”
hikayelerin hepsi bir şekilde umut verici bir mutlu sona bağlanırken, okuma başlamadan önce yönetmen Hedda Krausz Zjögren, Mukhtar Mai’nin üzerindeki baskıların artmakta olduğunu söyledi, aklımız onda kaldı.

Bir başka özür
Güçlü, güvenilir anlamına gelen bir ad taşıyan, sıska, çelimsiz bir kız çocuğuymuş Mukhtar... Okuması yazması yok, zaten köyünde okul da yok. Dünya, evinin dört duvarınndan ibaret onun için. Derken başına bir felaket geliyor ve artık başka bir Mukhtar oluyor. 12 yaşındaki kardeşini üst kasttan 30 yaşında bir kadına tecavüz etmekle suçluyorlar. Doğru olmadığını herkes biliyor ama elden bir şey gelmiyor. Cezası ölüm. Diyorlar ki “Mukhtar onun adına özür dilerse kardeşinin canını bağışlarız.” Seve seve gidiyor, özürden ne kastedildiğini anlamadan. Altı adam onu bir ahıra kapatıyor, babasıyla amcasını silah zoruyla kapıda tutuyor, dördü Mukhtar’a tecavüz ediyor.
Yarı çıplak köyüne dönüyor Mukhtar. Kimse konuşmuyor başına gelenden. Sessizce kendisini öldürmesini bekliyorlar. Ama ailesinin onun yaşamasını istediğini anlıyor, kendisi de yaşamak istiyor hala. Bir gün imam, cuma namazında bozuyor köyün suskunluğunu. Diyor ki, “Mukhtar’a yapılan İslam’a aykırıdır, ailesi derhal polise gitmeli.” Ve Mukhtar’ın mücadelesi böyle başlıyor işte.

Tehditler devam ediyor
Öyle kolay olmuyor ama tecavüzcülerini adalete teslim ediyor sonunda. ‘Adalete’. Onları önce ölüm cezasına çarptırıp sonunda serbest bırakan adalete. Mukhtar, aldığı tazminatla köyünde okul açıp, kız ve erkek çocuklara kadınların sahip olduğu hakları, onların da birer ‘vatandaş’ olduğunu öğretir, kadınlara yardım için bir dernek kurar, giderek dünyaca ünlü bir kadın hakları savunucusuna dönüşürken, tecavüzcüleri tehdit savurmaya devam eder. 2011’de Yargıtay’ın kararıyla umutları bir kez daha kırılan Mukhtar, direnmeyi sürdürüyor, üstelik tüm baskılara rağmen ülkesini terk etmeden.
Bir ülke ki devlet başkanı (Pervez Müşerref) böyle bir zulme uğramış bir kadın için “Kadınlar zengin olmanın yolunu buldu, kendilerine tecavüz edilmesini sağlamaları yeterli” gibi bir cümle kurabiliyor. Yine de bu ülkeden yükselen bir cılız ses, bütün dünyaya ulaşıp kendisi gibi sayısız kadının kaderini değiştirebiliyor. Bizim ülkemizde sonu ölümle biten sayısız Mukhtar hikayesi var. Bilmiyor o Mukhtarlar da ‘vatandaş’ olduğunu. Çoğunun ailesi onunki gibi sahip çıkmıyor kızına. Kaderinden kaçmaya çalışanın kanatlarını kırıyorlar, biliyorum. Biz yine de Mukhtar’ın hikayesini aklımızda tutalım istedim, umudumuz tükendiğinde bir daha dönüp bakıp, güç toplamak için.