Geçen gün sabah haberlerini izliyorum, “Av yasağı bitiyor” haberi, her yıl bu zamanlarda olduğu gibi. Mikrofonlar balıkçılara yönelmiş, balıkçıların canı sıkkın. “Balık azaldı” diyorlar. Ama bu seneden ümitliler; “Palamut, istavrit ve çinekopta bereket bekliyorlarmış.”
Çinekopta bereket? Aynı iddiaya gazetelerde de rastlıyorum sonra. Halbuki artık öğrenmiştik; çinekop ve sarıkanat lüferin yavrusuydu, o yüzden avlanmaları yasaktı. Bugün “Denizlerimizde balık tükendi” diye ağlıyorsak bunun sebebi sorumsuzca avlayıp soylarını kurutmuş olmamızdı. Niye hep başa sarıyoruz?
Bakanlık da uyarıyor
Slow Food’un Türkiye ayaklarından Fikir Sahibi Damaklar’ın kurucu lideri Defne Koryürek, bu konunun yılmaz savaşçılarından. Yıllardır “Sarıkanat ve çinekop tüketmeyin, tezgahta gördüğünüzde şikayet edin” demekten dilinde tüy bitti. Bugünlerde yine iş başında. “Bu yıl çinekopa doyacağız” gibi cümlelerin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatıyor bir kez daha.
Üstelik Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın da uyarıda bulunduğu, avlanacak balıkların boyutunu belirlediği posterleri var. Lüfer için belirlenen yasal boyut 20 cm. Koryürek, aslında bunun da yetersiz olduğunu, türün devam edebilmesi için 29 cm.’nin daha adil olduğunu söylüyor. Biz ise gözümüzü hâlâ daha da yavru balıklara dikiyoruz.
Ne kadar işe yarar bilemiyorum, ama yine de hatırlatayım; bu bulduğumuz her şeyin kökünü kurutana kadar tüketme alışkanlığımızla gelecek nesillere değil, bizzat kendimize bile yiyecek balık bırakmadık. Tıpkı ciğerlerimize çekecek temiz hava, yüzecek deniz, iklimi düzenleyecek yeşil alan bırakmadığımız gibi. Ne zaman gözümüz doyar acaba?
Değer miydi?