Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Çocuk gelinleri anlatmış son filmi ‘Lal Gece’de Reis Çelik. Kendi adıma bir izleyici olarak, o kızla başbaşa kaldığım ilk 10 dakika kadar ağırlığı altında ezilmemiştim bu konunun hiç

Çok dokunaklı, çok incelikli anlatılıyor her şey. O kırmızı duvağın altında yüzünü görmediğiniz kız çocuğunun pıtpıt atan yüreğini hissediyorsunuz attığı her adımda. Eline kınalar yakılırken, küçücük bileklerine altınlar takılırken, türküler söylenirken, adamlar oynar, eğlenirken... Bütün bu şenlik havasındaki sakaleti olanca çıplıklığıyla yansıtıyor kamera. Bilmeseniz de ‘gelin hanımın’ aslında bir oyun çocuğu olduğunu, içinizden anlıyorsunuz, yolunda gitmeyen bir şeyler var.
Anası ‘gerdek odasına’ sokup öğütler verirken kızına, duvarlar onunla beraber sizin de üzerinize üzerinize geliyor. Kapıyı açıp koşarak kaçsın istiyorsunuz. Duvağın altından bir damla yaş damlıyor eline, “Ağlama” oluyor aldığı teselli armağanı; “Burası senin yuvan artık, gelinlikle girdin, kefenle çıkarsın ancak.”

Bütün bunlar ancak oyun olabilir
Sonra kalıyoruz başbaşa gelin kızla. Hani çocukluğumuzda oynadığımız ‘gelin bebekler’ gibi bir şey, küçücük. Üzerindeki her şey büyük geliyor, küçük parmaklarıyla bileziklerini sayıyor, topuklu ayakkabılarını seyrediyor evirip çevirerek. Annesinin ayakkabısını giyip üstünde durmaya çalışan küçük bir kız sanki. 65’lik ‘kocası’ gelip duvağını açtığında göreceğiz ki yüzünde, gözünde de boyalar var, emanet duran. Onun dünyasında bütün bunlar ancak bir oyun olabilir. Ancak o zaman ‘anlaşılabilir’ bütün bu mizansen. Olmadığı için lanetleniyoruz her gün. Oyun çocuklarımızı koca koca adamlara ‘karılık etsin’ diye verdiğimiz için.

Reis Çelik son filmi ‘Lal Gece’de bu üzerine ne söylense yetersiz konuyu tek mekan içinde, insanın üzerine karabasan gibi çöken ‘gerdek odasında’ anlatıyor. Bu ayki Milliyet Sanat’ta Şenay Aydemir’e ‘yüzleşme için’ seçtiğini söylüyor bunu... Ve ‘o kapının ardına, o mahreme’ girmek istemiş ki bence çok doğru bir tercih. Kendi adıma bir izleyici olarak, o kızla başbaşa kaldığım ilk 10 dakika kadar ağırlığı altında ezilmemiştim bu konunun hiç. Burada görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’yi özellikle kutlamak gerek.

Unutmamak lazım
Yine aynı röportajda dile getirdiği gibi, Reis Çelik’in bir tercihi daha olmuş: Erkeği anlamak. “Hak vermek değil” diyor, “65 yaşındaki bir adamın küçük bir çocukla evlenmesine neden olan şey nedir? Hangi sosyolojik nedenler erkeği bu noktaya getirdi?” Bunu anlamak...
Böyle ortaya konduğu zaman itiraz etmek mümkün değil elbette. Evet, bir toplum böyle bir kara lekeyle yaşıyorsa, bunun bir de erkek cephesi var ve evet, orayı da ‘anlamak’ lazım. Fakat ‘Lal Gece’de İlyas Salman’ın son derece iyi oynadığı öyle bir ‘koca’ var ki, anlamakla kalmayıp onun için üzülmeye başlıyorsunuz bir noktadan sonra. “Vah zavallı adam, namus için cinayet işlemek zorunda bırakılmış zaten, amcası hayatını kaydırmış, yıllarca hapislerde yatmış, çıkmış nihayet, iki satır mutlu olmak onun da hakkı değil mi?” diyesiniz geliyor. Şunu neredeyse unutuyorsunuz: O koskoca bir adam artık, üstelik küçük kızla diyaloğundan anladığımız üzere etrafında da ‘çekinilen’ biri... Açıkca görüyoruz ki bir çocukla zorla evlendirilmedi. Bunu kabul etmeyebilirdi.

Çelik, biraz abartmış
Yaptığının doğru bir şey olmadığını kavrayacak kadar da zeki, üstelik şefkatli ve duyarlı bir adam portresi çiziyorsanız, o adamı bir kader-toplum-töre kurbanı olarak anlaşılası, -acınası-, hatta sevilesi biri olarak seyircinin karşısına koyuyorsanız bence burada işin ölçüsü kaçıyor biraz. İki tarafı da anlayalım tamam da, taraflar denk değil. Bir yanda hiç fikri sorulmamış, haraç mezat satılmış bir ‘çocuk’ var. Zaten fikrinin sorulması bile abes, evlilik değil ancak evcilik çağında. O gerdek odasında da onu oynamaya çalışıyor zaten, içler acısı bir halde. Reis Çelik erkeği bilerek yumuşak bir karakter olarak aldığını, bunu erkekte vicdan yaratmak için yaptığını söylüyor ama bence biraz ‘abartmış’. Torunu yaşında, oyun çağında bir çocukla gerdeğe girmeye niyet eden adamı bu derece yürekten ‘anlamamız’ gerekmiyor...