Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Erkekler pazarlık yapar, kadınlar çeker gider...” Ayşe Arman’ın köşesinde okudum, Hürriyet’ten NTV’ye geçen Neyyire Özkan’ın bu esprili sözünü. Hoşuma gitti, gitmenin edebiyatını değil kendisini seven biri olarak.
Tabii bunun kadın ya da erkek olmakla ilgisi var mı bilemiyorum, ama bir insan davranışı olarak birileri sürekli gitmekten söz ediyor, birileri de kapıyı çekip gidiyor, orası kesin. Millet de şaşırıyor, bu öncesinde hiç sözü edilmemiş gidişe.
Sürekli bir ayağı kapıdaymış gibi yaşayan insanlar vardır. Bir öbür tarafa geçebilseler neler yapacaklardır kim bilir... Yakınırlar ama inatla dururlar. Sanki birileri kafalarına silah dayamıştır bu - aslında - seçmedikleri hayata, işe, eşe ‘katlanmaları’ için.

Hoş bir hayal
Zincirlerinin yeterince uzun olduğu anlarda bir dolanır, kendi mülkiyet alanlarının dışında karşılarına çıkan hayatlara çarpar, bazen devirir, sonra koşa koşa gene güvenli kara sularına geri dönerler. Maazallah dışarısı tehlikelerle doludur, gitmek de olsa olsa üzerine uzun uzun konuşabilecekleri hoş bir hayaldir...
Aslında bu bir gitme güzellemesi değil. “Şu an nerede olmak isterdin?” sorusuna çoğu zaman cevap bulamam ben. Bulunduğum yer iyi gelir, durmadan uzakları hayal etmem. ‘Orada’ da buradaki ben olacağımı bildikten sonra... Ve sürekli olarak gitmek isteyen bu insanların bir ‘giderlerse’ ne yapacaklarını merak etmekten alamam kendimi. 

Kal demem asla...
Geçen gün gidenlere “Kal” diyememekten muzdarip bir arkadaşımla da aynı konunun etrafında döndük dolandık. “E deme ne olacak?” dedim. “Ama bazısı bekliyor, onun için gidiyorum diyor.” Ve tabii kimse ona dur demeyince istemeye istemeye gidiyor...
Tabii böyle bir tehlike var gitmenin sözünü sevenler için. İnsan salıverilmeyeceğinden emin olarak “Ah bir gitsem” deyip dururken, bir gün biri “Buyur” diyebiliyor, “Bütün dünya, hayallerin, o pek özlediğin uzaklar seni bekliyor... Git gidebildiğin yere”
Ve işte o zaman pazarlık şansı da kalmıyor...

Bregoviç’in harmanı
Bir Açık Hava konserler dizisi daha sona erdi. Çok keyifli konserlerin ardından, bir Most klasiği olarak Goran Bregoviç ile. Yıllar önce bir Bregoviç konseri eğlenerek izlemişliğim var, tekrar edeyim dedim ve yine kendisini takdir ettim doğrusu...
60’ına merdiven dayamış bir adam olarak lüle lüle saçları, her zamanki beyaz kostümü ve tellerine dokunmaya kıyamadığı gitarıyla ne ışıltılı bir sahne kişisi olduğunu kabul etmemek mümkün değil. 

İlle de Balkan
Halkımız da ona bayılıyor. Yer gök, merdivenler, Açık Hava tıklım tıklım... Zaten bize Balkan olsun, oynayalım... Bu dur durak bilmez Balkan ateşi tutkusu nereye kadar sürecek çok merak ediyorum...
Bir de şunu merak ediyorum: Açık hava etkinliklerinin de birer konser olduğu ne zaman anlaşılacak memleketimizde? Kimse yerinde durmuyor, herkesin gözü bir başka köşede ve sürekli bir trafik hali. Bence büfeler kapatılmalı konser sırasında, millet alenen sucuk ekmek almaya gidiyor müzik sürerken tepenizden aşarak.
Neyse, saat 9’u çeyrek geçe ağır aksak başlayan Bregoviç ve bin kişilik orkestrası (yaklaşık olarak), seyirciyi tam uykuya dalmak üzereyken patlattıkları “Çingeneler Zamanı” ritimleriyle diriltip tam 3 saat zıp zıp zıplatıyorlar gene. Konserin son 40 dakikası ‘bis’ üstelik.
Kucağında tuttuğu enstrümanları çalıyor-muş gibi yapıp çalmayan Bregoviç, gidiyor-muş gibi yapıp gitmiyor özetle... 

Hatice ve netice
Haberlerde genellikle “Dünya kültürlerini müziğinde harmanlayıp...” diye başlayan cümlelerle anlatılıyor meşhur “Balkan gurusu”. Emir Kusturica’nın eşsiz filmlerinin unutulmaz müzisyeni...
Balkan folk müziğini kendi ‘öz’ müziği sayacak, hatta anonim parçaların altına imzasını atacak kadar benimsediği, Kusturica’nın bu sebeple bir süredir onunla çalışmadığı iddiaları yazılmıyor tabii... Neyse, bunlar teferruat zaten. Ayrıca dünya kültürlerini müziğinde harmanlamıyor mu? Harmanlıyor elbette...
Ve eğlenildi mi? Kuşkusuz... Çalıntı bir melodiyle ilgili “Haticeye değil neticeye bakalım” diyen Yeşim Salkım’ı anmamak ne mümkün?