Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Filiz Akın’ın yavrularını gördünüz mü, çok güzeller...” “Ya, pek de sakin bir anne oldu, yaklaşanlara ses etmiyor hiç...”
Bir kafede otururken bu konuşmaları duysanız ne düşünürsünüz? Devamı da “Sevda Ferdağ da doğurmuş”, “Sahi mi, kaç tane?” diye gelse... O sırada da yanınızdan salına salına Neriman Köksal geçse...
Biraz tuhaf farkındayım ama inanın gerçek. Yer Cihangir Kaktüs, adı geçen şöhretler de birer kedi...
Cihangir’in asıl sahipleri kediler, bu kesin. Ama cömertler, alanlarını bizimle belli ölçüler içinde paylaşıyorlar. Biz de onlara ikramda bulunuyoruz tabii. Adım başı bir mama kabı, her apartmanın önünde su dolu kaseler var. 

Kedi seven mekan
Kaktüs ise zaten İstiklal Caddesi’nde açıldığında da adını kedisinden almıştı. Dünya tatlısı, bir o kadar da aksi, burnundan kıl aldırmayan bir arkadaştı kendisi. Canı ister zorla sevdirir, istemez, kalk yanımdan diye iteler seni. “Ben müşteriyim, haklıyım” de istersen, bakalım dinleyecek mi...
Cihangir Kaktüs ise, daha da geniş bir alana sahip ve bir kedi severin yüreğine gerçekten su serpen bir mekan. Her sandalyeden bakımlı bir kuyruk sarkıyor, onları kışkışlayan, üzerlerine su döken bir garson yok, dolayısıyla  içiniz parçalanarak “Ne olur kovmayın, vallahi bizi rahatsız etmiyor” diye yalvarmak durumunda kalmıyorsunuz. Aç mıdır tok mudur diye dertlenmiyorsunuz, her köşede mama var, olsa olsa canı o gün peynir istediği için kahvaltı masanızın başına gelip söylenebilir bir ‘hazret’. 

Önce Suphi geldi
Cihangir Kaktüs’e kedi ‘göçü’ Suphi’yle başlamış. Suphi birçok yurdum insanın ‘pist, uğursuz!” diye kovmaya kalkışacağı simsiyah bir kedi. İşin ilginç yanı, Kaktüs’ün duvarına boydan boya siyah kedi figürleri çizilmiş durumda. Suphi’yi gören duvardaki kedi odur sanıyor, halbuki o figürler çizildikten sonra Suphi gelmiş oraya yerleşmeye. “Tebam burayı benim için inşa etti, duvarları da benim resimlerimle süsledi” diye düşünmüş olmalı...
Suphi’yi Şiraz izlemiş, derken işte iş şirazesinden çıkmış ve bir ‘yıldız akını’ başlamış mekana... Filiz Akın, Sevda Ferdağ, Neriman Köksal bir bir arz-ı endam etmişler... Hepsinin yüzünü görünce isimlerini hak ettiklerini kabul edeceksiniz... Şimdi bir Devlet Devrim aranıyor heyecanla, bakalım o kadar güzel gözlü bir kara kedi çıkıp gelecek mi günün birinde...
Velhasıl Kaktüs Yeşilçam Kahvesi’ni aratmıyor. Hani “Hangi ünlü isimlere rastlayabilirsiniz?” durumu vardır ya mekanların, orada her sandalyede bir şöhret var, aman otururken dikkat ediniz!


İçimizdeki boşluk
Arkadaşım Ufuk’la bir adetimiz vardır, şehre bir Chabrol filmi geldi mi muhakkak beraber gideriz. Onun o insanın kanını donduran serin kanlı karakterlerine hayran olmamak elde değildir. Her birinin üzerinde günlerce konuşmuşluğumuz vardır.
Ustanın son filmi “İkiye Bölünen Kız”da da ritüeli bozmadık, bir pazar sabahı kalktık gittik. Ve uzun zamandır en sevdiğimiz Chabrol filmi oldu.
Seksenine merdiven dayamış bir adamın ‘çağı’ bu derece doğru anlatabiliyor oluşuna hayran kaldık öncelikle. Sadece çağ mı? Hikâyeyi alıp isimleri değiştir, Cihangir’e, Beyoğlu’na koy, hiçbir şey fark etmeyecektir. İlişkilerde aynı sahtekarlık, aynı yavanlık, sahip olma dürtüsüyle atılan aynı adımlar...
Vaktini onla bunla oyalanarak geçiren, aslında sadece kendisini seven evli bir yazarla “Ben istediğim her şeyi elde ederim” cümlesini aşkla karıştıran hasta ruhlu, rantiye bir genç arasında kalan bir kız var filmde. Görünüşte en ‘gerçek’ duyguları olan o. 

Puzzle’ın parçası
Ama biz filmden çıkınca en çok onu hırpaladık. Kendisini hiç görmeyen, içindeki boşluğu dışarıdan gelecek sevgiyle doldurmaya çalışan biriydi... Başka biriyle ‘bütünlenme’ gayretindeydi habire. Olmadı tabii... Tamamlanmak şöyle dursun, bölündü, parçalandı sonunda.
“Hepimizin derdi bu değil mi?” dedik sonra, “İçimizdeki boşluğu doldurmak”. Ve hep yanlış yerlerde arıyoruz diğer yarımızı. Puzzle’ın eksik parçası bir yerlerde bizim onu bulmamızı beklemiyor, onu da kendimizden bulup çıkaracağız mecburen.
Böyle gamlı gamlı konuşurken Ufuk dedi ki “İçimizdeki boşluğu tatlıyla doldurmaya ne dersin?” Ve ilk muhallebiciye daldık... Sıkıntılı hava da dağılıp gitti bir anda sanki. Bir pazar sabahı güzel bir filmden çıkıp bir dostla kazandibi yerken eksik hissetmiyorsa kendini insan, daha da puzzle parçası aramaya gerek yoktu aslında...