Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Üç kadın büyük keyifle ve de bol kahkahayla izlediğimiz oyundan çıktık, daha yüzlerimizdeki gülümsemeler yok olmamışken ilk karşılaştığımız soru şu oldu: “Kendinizi aşağılanmış hissettiniz mi?”
Pardon? Ağzımız kulaklarımızda, ne aşağılanması?
“Böyle diyenler oldu da...”
Başta sona gözden geçirdim Oyun Atölyesi’nde izlediğim “Testosteron”u. Gelin tarafından “Ben başkasını seviyorum” diyerek düğünde terk edilmiş bir damat, söz konusu ‘başkası’, damadın babası, kardeşi, arkadaşı, bir konuk ve de garson, kişilerimiz.
Felaketle sonuçlanan düğün sonrasında bir restoranda bir araya geliyor, içiyorlar. Ve başlıyorlar didişmeye, ki zaten gerekli zemin ziyadesiyle mevcut. 

Erkeklik komedisi
Biri görünüşe göre öteki için terk edilmiş, ortaya çıkıyor ki biri eskiden diğerinin karısıyla yatmış, garson da meğer çapkın babanın eski bir macerasının ürünü değil miymiş, vesaire vesaire...
Böyle özetlenince “Durun, siz evlenemezsiniz, kardeşsiniz” filmlerinden birinden söz ediyormuşum gibi görünüyorsa da ortada aslında çılgın bir ‘erkeklik komedisi’ var. Bilim adamıyla garson arasındaki mesafe bir ‘testosteron’ artışı kadar.
Ve hayattaki durumları ne olursa olsun sürekli sürtüşürken birleştikleri tek bir nokta var: Kadınlar. O akıllarınca hafife almaya, ‘küçük görmeye’ çalıştıkları, ama bir laf edildi mi uğrunda ölmeye, öldürmeye kalkıştıkları kadınlar... Bir de sürekli sığındıkları meşhur ‘hormonları’. Vuruyoruz, kırıyoruz, döküyoruz ama bir sor neden yapıyoruz? Testosterondan!

Kan revan
Yedi erkeğin boy gösterdiği testosteron seviyesi hayli yüksek oyunda kan gövdeyi götürüyor mütemadiyen. “Rezervuar Köpekleri” de fonda eşlik ediyor bu vahşi komediye.
Kadınlık - erkeklik hallerinin aslında hayatta çok da karşılığı olmayan ‘duyarlı’ bir dille eleştirilmeye çalışıldığı filmlerden - oyunlardan - kitaplardan çok daha etkili “Testosteron”. Polonyalı bir erkek; Andrzej Saramonowicz tarafından yazılmış ki sanırım oyunun ve yazarın ismini doğru söyleyebilen ödüllendirilmeli...
Türkiyeli bir erkek; Kemal Aydoğan tarafından sahneye konmuş. Metin Coşkun, Fırat Tanış, Emre Karayel, Mert Fırat, Timur Acar, İnan Ulaş Torun ve Tuna Kırlı da oynuyorlar. Müzik Tolga Çebi, ışık tasarımı İrfan Varlı.
Hanımları sona sakladım... Oyunu Türkçeye Neşe Taluy Yüce çevirmiş, sahne tasarımı ise, Bengi Günay’a ait. Ben, bütün bu yedi adamın burada toplaşma müsebbibinin de ‘gelin’ yani bir kadın olduğunu düşünerek, sahneyi tasarlayanın da dili belirleyenin de kadın olmasıyla ayrıca eğlendim kendi kendime...

Aşağılanmak mı?
Oyuncuların hepsini tek tek çok başarılı, bir arada şahane buldum; Fırat Tanış ile İnan Ulaş Torun’u biraz daha fazla. Oyuncuların enstrümanlara geçip bir orkestra oluşturarak söylediği final şarkısına bayıldım. “Testoreno”u izlerken kendimi aşağılanmış hissetmek şöyle dursun, basbayağı gülünç hallerimize kahkahalarla güldüm...
Sonra internette oyun hakkında çıkmış bir yazı okudum; “Gariptir ki salondan gelen kıkırdama ve kahkahaların çoğu kadınlardan... Kadınlar kendilerini aşağılayan esprilere gülüyorlar!” diyordu.
Tabii ki yazan bir erkekti... Ve korkarım hiçbir şey anlamamıştı!

Yaşamın adı Umut
Kendisine sayısız itiraz olsa da müziği üzerinde birleşilen bir filmin soundtrack’i yayınlandı: “Umut”. Yılmaz Güney’in “Umut”u değil tabii, ne hikmetse böylesi önemli bir filmle aynı adı taşıyan son dönem filmlerinden “Umut”.
Bir baba - oğul hikâyesinin çok hoş bir şekilde bir baba - oğul; Mazlum Çimen - Saki Çimen imzalı müzikleri ise tartışma götürmeyecek kadar etkileyici. Nesimi Çimen’in oğlu Mazlum Çimen, zaten aldığı sayısız film müziğiyle bu alanın en önemli isimlerinden biri, görülüyor ki üçüncü kuşak Çimen de yetişmiş.
Bir de Yasemin Göksu’nun hem sözlerini yazdığı, hem de söylediği çok yürek dağlayan bir şarkı var albümde; “Elveda Efkar”. Albüm çiçeği burnunda bir şirketten, Çimen Müzik’ten çıktı, mutlaka dinlenmeli...