Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İlksen Başarır ile Mert Fırat’ın ikinci filmi ‘Atlıkarınca’, sömürüye çok açık bir konuyu serinkanlılıkla ele alıyor

Görünüşe göre gayet sıradan, hatta mutlu bir aile... Birbirini sevdiği anlaşılan anne-baba, çocukları Sevgi ve Edip, küçük bir kasabada sakin bir hayat... Fakat biraz yaklaşınca bir tuhaflık seziliyor. Oğlan çocuğun donuk bakışlarında, durgun hallerinde insanı irkilten bir şey var. Adını koyamıyorsunuz.
Baba, şiir yazan, sakin bir adam. Biraz fazla titiz ve takıntılı. Çocukların alnına sürülen kurban kanından, komşuların getirdiği yemekten tiksiniyor. Kasaba hayatından sıkılıyor. Sonunda, kadının annesinin felç geçirmesi bahane oluyor, İstanbul’a taşınıyorlar.
Karakterleri tanıdığımız bu girizgahtan sonra başlıyor asıl hikaye. Aradan yıllar geçmiş. Edip yatılı okulda, Sevgi ortaokul öğrencisi ve başarılı bir yüzücü. Baba ikinci kitabını hazırlıyor, annenin başarılı bir kariyeri var. Gene mutlu, sade bir hayat ve fakat gene ortalıkta dolaşan aynı tuhaf hava.
‘Başka Dilde Aşk’ filmiyle başarılı bir ikili olarak sinemaya giriş yapan Mert Fırat-İlksen Başarır ikilisinin ikinci filmi, ‘Atlıkarınca’. Senaryoyu birlikte yazıyorlar, sonra İlksen Başarır çekiyor, Mert Fırat da oynuyor. Bu kez, sinemamızda hiç el atılmamış çok hassas bir konuyu, ‘ensest’i anlatıyorlar.
‘Atlıkarınca’yı ilk kez Antalya Altın Portakal’da izlemiş, etkileyici ama sorunlu bir film olduğunu düşünmüştüm. Filmden çıkınca arkadaşlarla aklımızda kalan ipuçlarını birleştirmeye çalışmıştık. Zira, etkileyici öyküsü olan filmin, anlaşılmasını neredeyse imkansız kılan bir kurgusu vardı. Zaman atlamalarını izleyicinin takip etmesi, geri dönüşlerle hayalleri ayırt etmesi mümkün olmuyordu. Birtakım tahminler yürüterek çıktık işin içinden. Ve doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar iyi bir fikir böyle heba olduğu için de kızdık için için.
Bugün gösterime giren ‘Atlıkarınca’nın kurgusunun değiştirildiğini duyunca koşa koşa gittim yeniden görmeye. Ve rahat bir nefes alıp çıktım sinemadan. Bana kalırsa hâlâ ufak tefek karışıklıklar var ama sonuçta çok daha iyi anlatılıyor öykü.

Sevgilerin nihayet anlatılan hikayesi

Öncelikle böylesi bir konuyu bu kadar sorumlulukla ele aldıkları için kutlamak lazım Başarır ile Fırat’ı. Öyle bıçak sırtı bir konu ki anlatılan, ipin ucunun kaçması an meselesi. Ama hiç öyle olmuyor, serinkanlı bir şekilde, seyirciyi ‘taciz’ etmeden ve bu sayede çok da etkili bir şekilde anlatıyor meselesini film. Tabii ki içiniz sızlıyor ama aklınızı devreden çıkaracak bir öfkeye kapılmıyorsunuz. Bunun yerine konu üzerine düşünüyorsunuz ki, bence asıl önemli olan bu.
Bir canavar baba, ezilen anne, berbat aile çizilmeyerek ensestin hiç de öyle ‘uç noktalarda’ değil, tam da en sıradan görünen yerde de yaşanabildiği gösteriliyor. Dediğim gibi, filmi çarpıcı kılan da bu ‘olağan’lık zaten.
Ve oyuncular... İlk filmde sağır dilsiz gençte harikalar yaratan Mert Fırat o takıntılı, o tuhaf, ama bir o kadar da ‘normal’ babada yine çok iyi. Ama ben anneyi oynayan Nergis Öztürk’e özellikle bayıldım. İki yıl önce Zeki Demirkubuz’un ‘Kıskanmak’ıyla Altın Portakal alan Öztürk, bence yeteneğini asıl ‘Atlıkarınca’da gösteriyor. Onu tiyatroda izlemek isterseniz de, şu sıralar garajistanbul’da ‘Ve... Veya.. Ya da’ adlı oyunda Derya Alabora, Erdem Akakçe ve Engin Hepileri’den oluşan şahane ekiple oynuyor, bu fırsatı kaçırmayın derim.
Bir film boyu gözleriyle konuşan felçli annede Sema Çeyrekbaşı, babasının yaptıklarını dillendiremedikçe içine kapanan Sevgi’nin değişimini mükemmel bir şekilde veren küçük kızda Zeynep Oral, ‘Atlıkarınca’nın diğer unutulmazları. Ama asıl unutulmaz olan ve unutulmaması gereken, kurbanın suçlu, suçlunun güçlü olduğu, yen içinde nice kırık kol saklayan kutsal ailelerin varlığı. ‘Sevgi’lerin nihayet anlatılan hikayesi...