Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

‘Yalan Dünya’nın dilimize doladıkları



“Ooo, çok sert, hatta İvana Sert” cümlesinden tutun “Enformasyonuna sağlık”a kadar günlük hayatımıza birçok yeni deyiş getirdi ‘Yalan Dünya’



Gülse Birsel’in yeni dizisi ‘Yalan Dünya’, galiba henüz Cihangir çevresinin ötesine çok ulaşabilmiş değil. Makus kaderi ‘Avrupa Yakası’yla kıyaslanmak ve o bir ‘ilk çocuk’ olarak hep daha bir gözde. Ama tabii bu birtakım ‘Yalan Dünya’ repliklerinin dalga dalga yayılmasına engel olmuyor. Bir kısmı zaten fena halde dolaşımdaydı, bir kısmı da -müjdeler olsun- artık hayatımızda. Birkaç örnek vereyim de hem cuma cuma neşelenelim, hem izlemeyenlere kılavuz olsun...
Etrafınızda yaşı 13-23 arasında değişen ergen ve geç-ergenler varsa mesela, sürekli “Ooo, çok sert, hatta İvana Sert” dediklerini duyuyor ve ağızlarının ortasına bir tane patlatmamak için kendinizi zor tutuyor olabilirsiniz. Kızmayınız, bu ‘Yalan Dünya’nın şöhreti beyninden büyük Emir’inin (Sarp Apak) bir şeye bozulduğunda tepki verme şekli. “Başarılı” dediğinde de o şeyin hoşuna gittiğini anlıyoruz.
Yine demin sözünü ettiğim yaşlarda bir oğlunuz varsa ve eve gelen arkadaşlarınıza, kendinden geçkin ama mihrap yerinde teyzelerine yaklaşıp “Öpüşelim mi?” derse, “Oğlum sapık oldu” diye paniğe kapılmayın. Bu da dizinin parlayan yıldızı Bartu Küçükçağlayan’ın oynadığı geç-ergen Orçun’un kadınlarla iletişim kurma biçimi. Genç, yaşlı, güzel çirkin fark etmez; hormonlar dorukta, kadın olmaları onlarla öpüşmek istemek için yeterli...
Doğu şivesiyle “Benim canım” diye lafa girip cümlelerini “Biliyon mu?” diye bitirenler, anlayın ki kıro damat Selahattin’le (Olgun Şimşek) şahane konsomatris Tülay’ın (Selahattin’in deyişiyle Muhteşem Tülayman) aşkının müptelası. Bu vesileyle Tülay rolündeki İrem Sak’ın eşsiz olduğunu belirtelim.
İlk hali “Elinize sağlık” olan deyişin zaman içinde “Ağzınıza sağlık”, “Aklınıza sağlık”, “Yüreğinize sağlık”, “Emeğinize sağlık” gibi anlamlı ve anlamsız pek çok kullanılışına şahit olduk yıllardır. Bu ‘Yalan Dünya’nın Açılay’ı sayesinde artık iyice yaygınlaşmış durumda. Kendisi sevindiğinde, kızdığında, her vesileyle söylüyor bunu. Bkz: “Enformasyonuna sağlık”. Galiba ‘Yalan Dünya’nın en sinir bozucu alışkanlığı bu olacak...
Eminim, örnekler çoğaltılabilir. Ama asıl, Emir’in kızları kategorize ediş biçiminin yayılmasından endişeliyim. Ona göre kızlar şöyle ayrılıyor: “İlahe, çıkılır, takılınır, ayıkken gider, sarhoşken gider, zorlama olur, tapir”. Tapir, domuza benzeyen bir tür tipsiz memeli. Bence yakındır, bar çıkışlarında kızları bu şekil sınıflandıran abilere rastlamamız...


Efsane ve hüsran


Kimi ‘efsane’ olmuş mekanlara gitmek büyük hüsran yaratıyor insanda. “Keşke onu uzaktan sevmeye, merak etmeye devam etseydim” diyorsunuz. Yıllardır önünden geçtiğim Bostancı’daki Hatay Meyhanesi’ne giriş böyle oldu benim için. “Cemal Süreya’nın yeri” diye bilirdim, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Hatay Meyhanesi Defterleri’ kitabından görülüyor ki daha pek çok önemli yazar-çizer oturmuş o masalarda. Ne şiirler, ne hikayeler doğmuş Hatay’daki rakı kadehlerinin arasından...
Yurt dışında bir şehre gittiğimizde hemen “Filancanın gittiği kafeymiş bu diye koşturmayı biliriz de, Cemal Süreya’nın, Ece Ayhan’ın, Turgut Uyar’ın, Behçet Necatigil’in izini sürmeyiz, ne ayıp” diyerekten kalkıp gittim sonunda. Duvarları yazılarla, gazete kupürleriyle, müdavimlerin fotoğraflarıyla kaplı iki katlı bir küçük müze, Hatay Meyhanesi. Ve dolu, bütün masaları. Etkilenerek bakıyorum masalara, kim bilir nelere tanık oldular... Gerçi eski yeri Kadıköy’de mekanın, Cemal Süreya’nın evinin paralel sokağında... Ama yine de bir tarih işte, karşımdaki.
Atmosferinden yana bir derdimin olmadığı, elbette salaş ama sıcak Hatay’la sorunum bir şeyler yemeğe başladıktan itibaren başladı. Olabilecek en vasat mezeleri, tatsız tuzsuz favayı, ömrümüzde tattığımız en kötü Çerkez tavuğunu, makine yağıyla kızartıldığından şüphelendiğimiz Arnavut ciğerini (Ne hazin ki mekanın spesiyaliteleri arasında sayılmakta) gördük orada. Kalamarın makul olduğunu müjdelemek isterim, bir de yine ünlü oldukları sahan köftesinin.
Onun dışında ne yesek kötü maalesef.
Sonra etrafımda kimle konuştuysam, “Eee tabii hep öyledir orası”yla “Çok bozdu son yıllarda” arasında değişen yorumlar aldım. Şimdi, hakkında çıkan yazılara da baktığımızda görüyoruz ki Hatay zaten yemekleriyle değil, sohbetleriyle ünlü bir mekan. Tamam, anladık bunu. Ama meyhane neticede iki lokma bir şey de yediğin bir yerdir, artık efsaneleşmiş bir ismin sorumluluğunu taşırken bunu da hatırlamak gerekmez mi?