Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Beklenmedik bir şey değildi İnci Pastanesi’nin başına gelenler... Bizde süreç böyle işliyor. Bir şeyin yok olması için ferman veriliyor, birileri “Dokundurmayız” diyor, yollara dökülüyor, “Yapmayın”, “Bu bir tarihtir, kültürdür” diyor. Ve her zaman kaybediyor

İnci Pastanesi, en fena şekilde, müşteriler sokağa kovalanarak, son profiteroller gelene geçene dağıtılarak tahliye edildi. Sonra şahane bir ‘anti-İnci’ korosu girdi devreye. Emek’te de olmuştu aynı şey. “Bu ağlayanlar kaç yıldır Emek’e gitmiş miydi?”den tutun, “Ses sistemi kötüydü, koltukları rahatsızdı”ya uzanan bir dizi şikayet... Sonuç: Çağa ayak uyduramamıştı! Şimdi aynı sesler İnci için de çıkıyor... “Profiterolleri eskisi gibi değildi”den “Sahipleri suratsızdı”ya kadar... En komiği: “Ağlayana kadar İnci’ye gidiyor olsaydınız bilmem kaçıncı şubesini açmıştı.”

Çağa uymak!
Bir, İnci’de her zaman sıra beklerdin profiterol yemek için. Benim çocukluğumda da böyleydi, Galatasaray’daki öğrencilik yıllarımda da, sonrasında da... İnci’nin hiçbir zaman müşteri sıkıntısı olmadı. Evet, isteseydi bilmem kaç şube de açardı, daha büyük bir yere de geçerdi. Ama işte bu kendi kafalarına uymayan her şeyi “Çağdışı” diye damgalayan ‘çağdaş’ koronun anlayamadığı bir şey var: İnci Pastanesi, tam da bu haliyle Beyoğlu’nun bir simgesi, İstanbul’un bir parçasıydı. O beğenmediğiniz küçük dükkanıyla, o ‘çağdışı’ su ve limonata musluklarıyla... Kim bilir, belki daha fazlasında gözleri yoktu, bu kadarı onlara yetiyordu, olamaz mı? Çok mu tuhaf, birilerinin tek derdinin hep ve sürekli daha fazla büyümek olmaması?
Hep aynı şeyi söylüyorum, çünkü içimi çok sızlatıyor. Yurt dışına giderken şehir rehberlerini açıp bakarız ya, “Aaa bilmem kaç yılından beri ayaktaymış, falanca şairle filanca ressam gidermiş” diye tarihi kafeleri, barları, pastaneleri ararız. Hayal kırıklığına uğradığımız da olur. Ne bileyim, ben Viyana’da Cafe Sacher’e gidip “Bu mudur bu kadar sıra bekleyip de yiyeceğimiz sacher torte?” dediğimi hatırlıyorum, örneğin. Ama orayı kapatıp yerine herhangi başka bir şey yapmak hiçbir Viyanalının aklının köşesinden geçmez, dünya tersine dönüp geçecek olsa da tek bir Allahın kulu çıkıp “Zaten pastayı da bozmuştu” demez.
Farkındasınız herhalde, İstanbul’un tarihi bir
kafesini, restoranını, sinemasını, tiyatrosunu arayacak turist hiçbir şey bulamayacak. ‘Tarihimize’
dizilerde sahip çıkarken, anılarımız, geleneklerimiz yok oluyor, giden bu mekânlarla beraber. Ve o pek çağdaş arkadaşlara söylemek isterim ki “Zaten profiterolü de bir şeye benzemiyordu”, efendim “Çağa da ayak uyduramamıştı”
diyerek muhalif ya da
cesur bir ses çıkarmış olmuyorsunuz... ‘Çağa uymak’ her zaman çok alkışlanası bir durum olmayabilir...

Haberin Devamı

KLASiK MEYHANEDEN UZAK

Haberin Devamı

Beyoğlu Tomtom Sokak’tan geçerken hep merak ediyordum Şahika Meyhane’yi. Nihayet bir pazar günü gitmek kısmet oldu. Pek boştu, masaya otururken “Niye böyle acaba, gayet tatlı bir atmosferi var” dedim, kalkarken artık sebebini biliyordum... Mezeleri ortalama, mönüde görüp sorduğunuz şeyi garson arkadaşlar bilmiyor, “Evet, evet o” diye getirdikleri şey o çıkmıyor. Misal dil peynirli börek, en sıradan beyaz peynirli sigara böreği çıkıyor ama daha dil peyniri ve beyaz peynir farkı üzerinde bile anlaşamıyoruz zaten. Arnavut ciğerinin yenecek durumu yok, ama tamamını bırakmış olmamız kimsenin dikkatini ya da ilgisini çekmiyor.
Ama bence asıl vahim olan, yemeğin sonunda son bir kadeh rakıyla bir kadeh şarap istemişken bize sormadan birer şişe açıp o iki şişeyi de hesaba yazmış olmaları. Kalanı yanımızda götürebileceğimizi önererek yardımcı oldular, sağ olsunlar... Neyse, internet sitelerinde ‘klasik meyhaneden uzak’ dekorlarından söz ediyorlar. Ama anlaşılıyor ki klasik meyhaneden uzak olan sadece dekorları değil, bütün anlayışları. Klasik meyhanede böyle bir şey gelmez insanın başına...