Günseli Önal

Günseli Önal

gonal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Mısır’da radikal İslamcıların bir kampanya fotoğrafında, açık ve kapalı kadını temsilen iki lolipop yan yana duruyor. Ambalajı açık olan başı açık kadınları, kapalı olansa türbanlı kadınları tasvir ediyor. Açık lolipopun üzerinde sinekler uçuyor.
Bazıları konmuş, yemeye çalışıyor. Kapalı olanın üzerinde sadece bir tek sinek uçuyor, o da şekere konamıyor. Arapça mesajda, “Onları (erkekleri) durduramazsınız ama kendinizi koruyabilirsiniz” deniliyor. Kadın teni görünce sinek gibi üşüşen bu adamların hayattaki işlevinin ne olduğunu düşünürken, tam da böyle bir “sinek” yapıştı üzerime...

Kışkırtıcılığın ölçüsü ne?
Alışveriş yapıp evimin bulunduğu siteye doğru yürürken, yanımda bir araba durdu. Camını açıp bir şey sormak istediğini söyleyen genç bir erkek, “Çok kışkırtıcı giyinmişsin, beni tahrik ettin” dedi. Elimdeki poşetle, “kışkırtıcı” dediği hafif sırt dekoltesi olan, etek boyu dizimin biraz üzerinde, kolsuz, düz lila rengi  elbisem ve lila terliklerimle benim ne kadar “lolipop” olduğum tartışılır. Ama, arabasını yolun ortasında bırakıp peşimden koşan ve gülerek “Çok tahrik ettin beni, seninle sevişmek istiyorum” diyen adamın at sineği kadar yapışkan olduğu tartışma götürmez. Neyse ki, kapısında güvenlik görevlileri bekleyen siteye yaklaşmıştım. Arabasına koştu ve güvenliğe kadar da peşimden geldi.
Bu yazı, “lolipop” veya “sinekler” ve ikisi arasındaki “sınırlar”a ilişkin. Herkes gibi bu kişi de, istediğini düşünmekte, hayal etmekte, bir başkasını kafasında istediği şekilde tanımlamakta sınırsızca özgür.
Ama eyleme geçtiğinde, özgürlüğünün sınırları, bir başkasının özgürlüğünün sınırlarının başladığı yerde bitiyor. Bu erkeğin dayattığı, ya “tahrik edici şekilde giyinme” ya da “benimle seviş” seçenekleri dışında, benim ve o adamın, birbirimizin varlığını kabullenerek ve sınırlarımızı ihlal etmeden yaşayabileceğimiz üçüncü bir seçenek daha var. Demokrasi... 

Özel alanları işgal edenler

Demokrasi, ancak özgür bireyler tarafından hayata geçirilebilecek olan bir kültür kuşkusuz. İradesini özgürce kullanan, kararlarının ve hayatının sorumluluğunu alıp “birey” olabilen, benliğinin sınırlarını çizen ve başkalarının sınırlarına da saygılı olanlarla yürüyebiliyor ancak. Ama toplumda, hayatının sorumluluğunu taşıyamayan, iradesini teslim ettiği otoritenin istediğini yapan, birey olamayıp hayattaki rolü bir grubun ferdi olmaktan öteye geçemeyen, kendisi gibilerle birlikte çoğalarak güçlenmek için özgür bireylerin sınırlarını zorlayanlar da var.
Ne “git”den, ne “istemiyorum”dan anlayan, sinek gibi rahatsız eden, sınırları aşıp özel alanları işgal edenleri “virüs”e benzetiyorum ben. Bireysel sınırların pervasızca aşıldığı, önümüzü göremediğimiz şu günlerde, geleceğe bakarken umudumuzu yitirmememiz için “virüs”lerin işlevine bakmalıyız belki de...

Haberin Devamı

Ya ‘virüs’ler olmasaydı...
Scientific American’da, Aralık 2004’de yayımlanan “Virüsler canlı mı?” başlıklı yazıya göre, virüsler, “canlılık” ve “cansızlık” arasında gri bir bölge olarak anılıyor. Çünkü, “üreme” yetenekleri, başka canlı hücrelere bağımlı. Kendi kendilerine üreyemiyorlar.
Virüs, kendi başınayken içinde, tipine göre ya DNA ya da RNA olan ve bir kapsülle çevrili olarak bir miktar genetik madde içeren paketçikler halinde bulunuyor. Canlı bir hücreye girdiği anda “kılıfından” kurtuluyor. Genlerini açığa çıkartıyor. Konak hücresinin sentez yollarını tamamen ele geçirerek, kendi genetik maddesindeki bilgide şifreli olan proteinleri sentezlettiriyor. Hücrenin içinde kendini çoğaltıyor. İnsanın 100 trilyon hücresinin tek bir tanesine benzersiz yöntemlerle girmeyi başaran virüs, bir insanın, hatta kitlelerin ölümüne sebep olabiliyor.
Virüsler, cansız hücrelerde de üreyip çoğalabiliyor. Bazıları, ölü hücreleri yeniden yaşama döndürebiliyor. Bazı virüsler de, yok edilmelerinden sonra bile bu ödünç yaşamlarına geri dönebiliyor. 

Sürekli değişen sınırlar...

Virüsler doğada kendilerine yer edinmeye çalıştıkça, doğa da virüslerle savaşabilmek için sürekli olarak yeni yöntemler geliştiriyor. Virüsler, dünya üzerindeki canlılık formlarının hepsiyle doğrudan bir genetik alışveriş içerisinde. Olağanüstü bir hızla kalıtsal değişim geçirebilmeleri ve çoğalabilmeleri nedeniyle, sürekli olarak doğaya yeni genler katıyor.
Neredeyse dünya üzerinde hangi canlıların kalacağına, hangilerinin silinip gideceğine onlar karar veriyor. Onlar, biyoloji ve biyokimya dünyaları arasındaki sürekli değişen sınırlar...