Reha Arar

Reha Arar

reha.arar@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Berlin’e ilk defa 1980’li yıllarda İstanbul-Berlin şehir kardeşliği hazırlık toplantıları için gitmiştim. Tabii o günlerde Doğu ve Batı Berlin arasındaki duvarı merak etmiş, ilk olarak oraya koşmuştum. O yıllarda Tegel Havaalanına sadece imtiyazlı hava yollarının uçakları inebiliyordu. Berlin’e seyahat edecekler bazı havaalanlarında inerek uçak değiştirip, Berlin’e ulaşabiliyorlardı. Yine o günlere dönersek, Berlin Almanya içinde yarı özerk şekilde yönetiliyordu. Belediye başkanının unvanı tercüme edildiğinde, ‘Hükmeden Başbakan ve Belediye Başkanı’ gibi enteresan bir sıfat ortaya çıkıyordu. Şehirde asker çoktu, müttefik kuvvetlerin üsleri adeta küçük birer mahalle gibiydi. Şehrin ileri gelenleri ve diplomatlar buralarda sosyalleşiyorlardı.
Doğu ise, daha az ışıklı fakat batıya nazaran makul fiyatlıydı. Sadece bazı taksilerle o tarafa geçilebiliyordu. Konsoloslukta görevli bir arkadaşımla doğuya yemek yemeye gittiğimizde, o yıllardaki hali klasik bir doğu bloku şehriydi, bu arada binaların ihtişamı görülmeye değerdi. Berlin geneline bakacak olursak, gerek başkentliğinde gerekse Almanya’nın en kalabalık şehri olarak kültür alanında çok zengin olduğunu görürüz. Diğer bir husus da tarihi eserlerin, yapıtların çok iyi korunmuş ve yeşil alanların geniş olması. Bu yıl turizm fuarının olduğu tarihlerde bu çok sevdiğim şehire gittim, hava da izin verdi ve güneş kendini gösterdi. Kudamm’da birçok defa yürüme şansı buldum. Almanya’nın ünlü sosislerini ve simidini de yedim.
Bir akşam yemeği
Bir akşam davet edildiğimiz Yunan ağırlıklı dünya mutfağından seçmelerinde olduğu Pratirio’da yemek yedik. Aslında bu şık Kıbrıs-Yunan dünya mutfağı karışımı yemekler yapan restoranın sahibi ve mutfak şefi Niko ve eşi her an her yerde hazır ve nazırlar. Misafirler arasında birçok Türk’e rastlamak mümkün zaten Berlin’in tümünde neredeyse Almanlar’dan sonra biz geliyoruz. Kapıdan girince karşılaştığım balık mostrası, çalan müzik ve insanların davranışları hep bana Boğaziçi’nin balık lokantalarını hatırlattı.
Başlangıç olarak aldığımız koyu cacık, tarama, zencefilli humus, kaya koruğu, hellim peyniri, Yunan salatası, hepsi ayrı ayrı lezzetliydi. Arkadan gelen ızgara köfte, fırında sardalye, güveçte karides ve ahtapot bir anda bitiverdi. Ana yemek olarak herkes farklı bir tatta karar kıldı. Ben nane ve yoğurt soslu Yunan köftesi yedim ve gayet hoştu. Tercih etmeyenler otlu tereyağı ve sebze eşliğinde gelen Arjantin sığır fileto ızgarasını da beğendi.
Tatlılarda ise baklava ve çikolatalı tart başarılıydı. Tabii Berlin ölçeğinde Pannacotta da denenebilir. 1950’lerden kalma bir benzin istasyonunda hizmet veren restoranın enteresan bir müdavim profili var. Hiç menü istememelerinden ve daha oturur oturmaz içkilerinin geliyor olmasından bu sonuca vardım. Berlin’e yolunuz düşerse, gidebileceğimiz makul fiyatlı, şık ve eğlenceli bir restoran Pratirio...
Berlin’de Antalya tanıtımı
Bu arada şehrin işlek caddelerinde gördüğüm Antalya afişleri dikkatimi çekti. Bunlardan biri de üzerinde dünya liderlerinin portrelerinin bulunduğu bir otel binasıydı. Dikkatle resimleri incelediğimde en can alıcı noktada Mustafa Kemal Atatürk’ü gördüm, gözlerim doldu ve göğsüm kabardı. Aynı hissi bir de Küba’daki büstünün önünde saygı duruşumda yaşamıştım.
Bu afişler, Aska otelcilik tarafından kuruluşlarının 20’nci yılı kutlaması için yaptırılmış, şirketin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Aslan’la görüştüm, kutlamanın harcamalarını tümüyle Antalya’nın dünyadaki tanıtımına ayırmışlar, tebrik ettim. Geçtiğimiz haftalardaki bir yazımda Milano’daki Nespresso mağazasında yapılan reklamla ilgili Turizm ve Kültür Bakanı Sayın Mehmet Nuri Ersoy’a bilgi vermiştim. Kendisinden tekrar istirham ediyorum; yurdumuzun güzel şehirlerini ve ürünlerini yurt dışında tanıtan kuruluşları ve kişileri ödüllendirelim ve teşvik edelim.