Sinan Biçici

Sinan Biçici

sinanbicici@hotmail.com

Tüm Yazıları

Başlığa bakıp, dizilere hakaret ettiğimi düşünmeyin. Önemli bir eksikliğe vurgu yapmak istiyorum. Diziler ve filmler o hikayenin karakterlerinin yolculuğudur, hedefine ve amacına ulaşma macerasıdır. O karakterleri tanımak isteriz, seversek onlarla birlikte yolculuklarına eşlik eder, beraberce kazanmalarını ve arzularını gerçekleştirmelerini bekleriz. Roller çoğu zaman hikayenin önüne geçer ve birçok dizi, karakter adlarıyla tanınır. Dedektif Memoli, Mükremin, Aliye, Taşfırın Haluk, İnek Şaban…

Son zamanlarda yayınlanan dizilerde ise akılda kalan, “O karakter şunu yapmaz, bunu istemez” diyebileceğimiz, halini tavrını örnek alacağımız, giyimini kuşamını hayata geçirebileceğimiz karakterler çıkmıyor. Peki neden?

Haberin Devamı

Bir kere birbirinin kopyası işler ve benzer stereotiplerle dolu ortalık. Hikayeler, gerçeklikle bağlantısı olmayan, hayattan alınmamış şablon tiplerle kuruluyor. Hayat deneyimi ve birikimi olmayan, sadece izledikleri dizi ve filmlerden edindikleriyle üretim yapan bir kuşakla karşı karşıyayız. Sektör; ülkenin birçok bölgesine hiç gitmemiş, kenar mahalleleri bilmeyen, cezaevi, karakol, semt pazarı, köy kahvesi ve varoş mahalle görmemiş insanlarla doldu. Sadece kendi gibilerin takıldığı kafelerde oturup, toplantı odalarından memleket hakkında ahkâm kesiyorlar. Dizi klişelerini gerçek hayat sanıp, aynısını yeniden yapmaya çalışıyorlar. Toplumdan ve hayattan kopuklar. Sektör; senarist, yönetmen, oyuncu, yapımcı, kanal yöneticisi ve drama danışmanı her alanda böyle insanlarla doluyor. Bu yüzden, seyircinin kendi hayatından kesitler bulabileceği, ülke gündemine dokunan ve zamanın ruhunu yakalayabilen işler çıkmıyor.

Her üretici hırsızdır aslında, hayattan çalar. Hikaye, karakter, davranış ve söz çalar. Ne kadar çok tanırsa hayatı, o kadar zengin olur. Fakat bu yeni üretici tayfa, dizilerden ve filmlerden çaldıkça zenginleşmiyor, işler tersine karaktersizleşiyor. Çareyi eski işlere dönüşte arıyor. Oysa dışarıda koca bir hayat var, görmek isteyene!

Televizyon ve telefon bağımlısıyız!

Haberin Devamı

Interpress, Türkiye İstatistik Kurumu verilerinden ilginç sonuçlar topladı. Buna göre Türkiye, ABD’den sonra dünyada en çok televizyon izleyen ülke. Ailelerin yüzde 94’ü, sosyal aktivite olarak televizyon izliyor. Günde ortalama 4,5 saat.

Nüfusun yüzde 62’si telefonlarını her yarım saatte, yüzde 22’si ise beş dakikada bir kullanmadan duramıyor. Akıllı telefon kullanıcılarının yüzde 20’si günde altı saatten fazla telefonla meşgul. Hâl böyle olunca gazete ve dergilerin sayısı 2016 yılında, bir önceki yıla göre yüzde 7.9 oranında azaldı. Tirajları ise, yüzde 20 düştü. Özetle, bir gözümüz televizyonda, diğeri telefonda yaşıyoruz. Hayatı göremiyoruz!

İstanbul’a taş yağdı, yine akıllanmadık!

Nehirlere dönen İstanbul caddeleri, yüzen arabalar, göle dönen evler, sular altında kalan metro istasyonları, tüneller... Yağmur durmadı, fırtına ağaçları devirdi, ceviz büyüklüğünde dolular adeta gökten taş yağdı dedirtti, ama biz akıllanamadık!

Zengin, yoksul, sağcı, solcu, iyi, kötü hepimizin ortak bir sorunu bu. Sorumlusu da biziz, çözecek olan da. Kentsel dönüşüm diye yaptığımız, aynı arsadan iki kat fazla daire üretmek. Bahçeleri inşaat alanı haline getirmek. Binalar depreme dayanıklı olsun diye yeniden yapıyoruz ama afetlerde toplanılacak alan bırakmıyoruz. Bina yenilendi nasıl olsa, deprem olunca da evde otururuz, dışarı çıkmayız diye düşünüyoruz sanırım.

Haberin Devamı

Altyapı çalışmalarındaysa yöntem plansız, öngörüsüz, hızlı ve düşük maliyetle işi geçiştirmek. İktidarı, yerel yönetimleri suçlamak, onları suçlayanlara saldırmak, yağmur üzerinden siyasal kimlikleri tartışmak çözüm değil. Hepimiz suçluyuz. Belediyeleri hizmete göre mi, siyasal tercihlere göre mi seçiyoruz? Yöneticileri becerilerine göre mi, yoksa başka ilişkilere göre mi belirliyoruz? Kendi partimizden olsa bile eleştirebiliyor muyuz? Karşı olduğumuz partinin belediyesiyse onu suçlayıp, kendi partimiz olduğunda doğal afet mi diyoruz?

Hiçbir şeye olması gerektiği gibi bakmıyoruz. Dürüst, objektif ve adil yaklaşmıyoruz. Yağmura, sele ve depreme karşı çaresiz kurbanlar gibi bütün ülke, hep birlikte bekliyoruz. Ortak aklı kurmazsak, ortakça afetlerin kurbanı olacağız. Aslında biz bunu hak ettik ama yine de yakıştıramıyorum.