Haberin Devamı

Ramazan tenhalığı, ardından ‘bayramcı’ların istilası ve seçim hareketliliği derken, Alaçatı yeni yeni kendine geliyor. Bir bakıma ikinci yaz başladı da diyebiliriz...
Benim gibi kalabalıktan; karbon kopya otel ve mekânlardan sıkılan biriyseniz ve tercihinizi Alaçatı’dan yana kullanacaksanız, size iki adres vermek istiyorum.
İlki; ‘Su’dan’...
Su’dan; bugünlerde kalabalığıyla Alaçatı merkezin pabucunu dama atan Hacı Memiş Mahallesi’nde açılan ilk işletme. 2005’ten beri kendini özenle saklayan, uzun süre kapısına tabela dahi asmayan mekân, aslında bilenlerin gittiği bir restoran.
Sahibi Leyla Tabrizi; yarı İranlı, dünya görgüsü sahibi bir hanımefendi. Esinlendiği tek mutfak ya da ülke yok. “Tamamen Leyla’nın yapmayı ve yemeyi sevdiği yemekler” diyor kendisi.
Yemekler sunum itibariyle mezeyi andırsa da, aslında harika bir sofranın azar azar tadılan zengin hissiyatını verdi bana. Kısa, öz ve doyurucu. Çakıl taşları ile kaplı romantik bir bahçe içinde, ağaçlar altında; gelişen, değişen ama kısmen bozulan, kaliteden ödün veren ‘yeni Alaçatı’nın parçası olmayı reddederek; Hacımemiş’in hala sessiz bir sokağında kurtarılmış bir yaşam alanı gibi öylece duruyor.

PAHALI YA DA UCUZ DEĞİL, DÜRÜST!
Buna şöyle yorum yapıyor Leyla Hanım: “Kaliteli bir yaşam alanı burası. Pahalı ya da ucuz değil, dürüst!”
Ben bu cümleye, gördüğüm en yaratıcı mutfaklardan birine sahip olduğu bilgisini de ekleyeyim.
Menüsündeki her şey, kokteylleri dâhil; organik, günlük, taptaze. Yapay renklendirici, koruyucu, dondurulmuş gıda, kolalı içecek yok.
Ürünlerini hem bölgedeki, hem de İran, Meksika, Madagaskar’daki küçük üreticilerden alıyorlar. Birlikte çalıştıkları şarap üreticilerinin işlerine tutkuyla bağlı küçük işletmeler olmasına özen gösteriyorlar.
Adil ticaretten yanalar ve Venezüella’daki çikolata devrimini desteklemek önemli onlar için.
Su’dan’ın bir de ‘Palas’ durumu var. Rönöve edilmiş yüksek tavanlı, geniş odalı eski Rum evleri; 5 farklı oda tipinde konaklama imkanı... Cibinlikli ve masif ya da antika ferforje papaz yatakları, eski İngiliz yağmur duşları, modern silindir küvetler, pirinç elektrik düğmeleri demem yeterli sanıyorum.
Leyla Hanım bu yıl İstanbul’dan; Lokal ve Aliye Meyhane’den tanıdığımız Osman Yitgin’le bir araya gelip güçleri birleştirdi. Gidip görmeniz lazım.

HAVUZ MU, İNCİR AĞACI GÖLGESİ Mİ?
Su’dan’a benden önce uğramış Vedat Milor ancak şanslıyım, menüyü ben ondan önce denedim. Vedat Bey’e gönderme yapmamın nedeni söz edeceğim ikinci adres; İncirli Ev’le ilgili. Kendisi geçenlerde köşesinde kısaca yazmış, özellikle kahvaltısından, 40 farklı ev yapımı reçelinden ve işletme sahibi aileden söz etmişti. Ben de devam edeyim...
Alaçatı Yeni Mecidiye Mahallesi’nde, yine aslına sadık bir Rum evinden dönüşmüş ve 8 geniş odadan oluşan şahane bir butik otel.
Bunu sadece ben söylemiyorum; Trip Advisor’dan ‘Mükemmellik Sertifikası’; ‘Luxury Travel Guide’ın ‘2014 Global Ödülü’ sahibi bir işletmeden söz ediyoruz. Odaların bazıları şömineli (otel yaz-kış açık), Rum ustaların elleriyle yaptığı antika dolaplar, eski usul sedirli dinlenme köşeleri de var.
Yine çok romantik...
Tüm konukların kendilerini aileden hissettiği İncirli Ev’in meşhur akşamüstü çaylarından içerken evin babası Osman Ağabey’le sohbet ettik. Meğer Vedat Milor; tatlı, şekerli sevmezmiş ama Osman Ağabey’in reçellerine dayanamamış. Müşterileri çoğunlukla yabancıymış. “Türk konuklarımı seviyorum ama yabancılar böyle bir yerin değerini daha iyi biliyorlar” diyor.
Nasıl demesin; Türk müşterilerinden biri, gölgesinde tarih yatan incir ağacını kesip avluya havuz yapmasını önermiş kendisine. Ne denir ki?

RESEPSİYONDA ÜNLÜ BİR DJ VAR!
Annemiz Sabahat Hanım; evin oğlu ise her zaman orada olmamakla birlikte, İngiltere’nin tanınmış DJ ve prodüktörlerinden; bilinen adıyla DJ Jonny Rock. Ben gittiğimde resepsiyonda duruyordu mesela.
Uzun uzun muhabbet ettik.
Alaçatı’ya gidecekseniz; gerçekten dinlenmek ve huzurlu hissetmek istiyorsanız; paranın satın alabileceği güzel şeylerin neler olduğuna dair fikir birliği içindeysek her iki adrese de uğrayın.
İncir ağacı gölgesi ya da havuz; Venezüella’daki çikolata devrimi ya da 50 liralık lahmacunlar; işte bütün mesele bu...