Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları

Yakın gelecekte tabandan gelen demokrasi hareketinin gıda sağlığı konusunu gündeme getirmesi için gereken teknik imkanlar elimizde olacak. Bu imkanları kullanmak bizim ve sizin elinizde

Başlığa bakıp “Ne ilgisi var?” diyeceksiniz. Dolaylı bir ilişki ama ilişki var. İlham, hanımdan geldi. Geçen hafta, onunla bir konferans için İtalya’nın Puglia bölgesinde bulunduğumu yazmıştım. Konferans sensörler üzerine. Yaşamın her alanında uygulanıyor.
Ben otel ve havaalanlarındaki sensörlü musluklardan nefret ediyorum. Canları isteyince çalışıyor, istemeyince çalışmıyorlar. Ellerinizin pozisyonunu değiştirdiğiniz an su kesiliyor. Ayrıca sıcaklığı da kontrol edemiyorsunuz.
Arabalara konan sensörleri hanım seviyor ama benim nedense sinirimi bozuyorlar.
Bir ara o, kalp krizini önceden haber verecek sensörlere ilgi duymuştu ve öğrencilerinden birinden gelen fikri geliştirmek için risk sermayesiyle görüşmeler yapıldı. Sonra adamlar fikri çaldı ve başka bir firmaya yatırım yaptı. Zeytinyağı; eşimin konferansında yapılan sunumlardan birisi bu konudaydı. Extra virgin ya da sızma zeytinyağı kavramını biliyorsunuz. İtalya’da extra virgin ya da en kaliteli halis sızma zeytinyağı payesi alabilmek için iki husus gerekli; asidite derecesi ve oksidasyon. Bunların ölçümü kolay değil. Üreticiler yağları, bu ölçümleri yapacak laboratuvarlara götürüyor.

Gıdada bilgi kirliliği büyük
İtalyan bir bilim insanının geliştirdiği sensörle her isteyen, zeytinyağının asidite ve oksidasyon derecesini ve asiditeyi düşürmek için suni ve kimyasal bir yöntem uygulanıp uygulanmadığını ölçebilecek. Sizler ve ben, bunu evde yapabileceğiz. İşte demokrasi, burada devreye giriyor. Dünyanın her yerinde baskıcı hükümetlerin demokrasi anlayışını ben mantar yetiştirmeye benzetirim. Kültür mantarı nasıl yetişir? Karanlıkta olacak ve doğal gübreyle beslenecek. Dünya Bankası’nda çalışırken bir arkadaş otoriter hükümetlerin halka yaklaşımını ve halkı nasıl bilgilendirdiğini özetlemek için bu metaforu kullanmıştı: “Keep them in dark and feed them with sh...” Yani, karanlıkta bırak ve doğal gübreyle besle. Ama internetin gelişmesi, bu hükümetleri zor durumda bıraktı. Bilgi, resmi kanallar dışında yayılmaya ve paylaşılmaya başlandı.
Öte yandan hepimizin hâlâ kültür mantarı durumunda olduğu bir alan var; gıda sağlığı. İçtiğimiz sular kirli mi? Sebze-meyvelerde arsenik veya başka kimyasallar var mı? GDO’lu gıdalar soframızda mı? Etler ve balıklar hormonlu mu? Ekmeklerde kullanılan maya, sağlığa aykırı mı?
Batı dünyası gıda sağlığı ve etiket yasalarında bizden fersah fersah ileri ama dünyanın hiçbir yerinde tüketiciler yeteri kadar aydınlatılmıyor. Etrafta bilgi kirliliği var. Büyük gıda şirketleri, özellikle ABD’de gıda yönetmeliklerini hükümetlere dikte ettiriyor. Tüketici doğru bilgiyi nasıl ve nerede bulacağını, neyi yiyip yememesi gerektiğini tam bilemiyor.

Doğal denen ürünler ne kadar doğal?
Önümüzdeki 10 senede sensörler daha da gelişecek ve yediğimiz gıdaların analizini yapmamız mümkün olacak. Belki biz orta yaş ve üzerindekiler için artık geç ama en azından yeni ve okumuş neslin önünde büyük fırsat var.
Demokrasi demek sadece 4-5 yılda bir sandık başına gitmek demek değil. Demokrasi, bir yaşam biçimi. Bizi ilgilendiren konularda karar alınma ve uygulama sürecine katılmak demek. Gençlerimiz, kendilerine dikte ettirilen oldu bittileri sorgulamaya başladı. Ancak kötü yağda kızarmış patatesleri, glukozlu içecek ve yiyecekleri mideye indirmeye devam ediyorlar (sigara gibi bunların da acısı sonradan çıkıyor.)

Pek yakında
Gıda sağlığı konusunda ciddi dezenformasyon olduğu ve pazarın büyüklüğünden dolayı işin içine para girip çelişkili laflar söylendiği için kime ve neye inanacaklarını bilmiyorlar belki. Ama nasıl ki Wikileaks ve Twitter, hükümetlerin gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya başladı; yakın gelecekte tabandan gelen demokrasi hareketinin gıda sağlığı konusunu gündeme getirmesi için gereken teknik imkanlar da elimizde olacak. Bu imkanları kullanmak bizim ve sizin elinizde.