Cumartesi 'Aldatmak sadece sadakatsizlik değildir'

'Aldatmak sadece sadakatsizlik değildir'

09.11.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

“Kader Apartmanı No: 3” adlı oyunla tiyatro sahnesine çıkmaya hazırlanan Deniz Uğur, aldatılan, terk edilen bir kadının hikâyesini anlatıyor.

Aldatmak sadece sadakatsizlik değildir

 

Kanal D’de yayınlanan “Zalim İstanbul” dizisinde izlediğimiz Deniz Uğur, şimdilerde yepyeni bir heyecan yaşıyor. Kendi yazıp, başrolünde oynadığı “Kader Apartmanı No: 3”, 18 Kasım’da Çolpan İlhan&Sadri Alışık Tiyatrosu bünyesinde sahnelenecek. Yakın bir arkadaşının hikâyesinden yola çıkarak aslında herkesin aldatıldığını söylüyor: “Aldatılmak sadece sadakatsizlik olarak adlandırılmamalı. Kandırılmak ve yalan söylenilmesi de aldatılmaktır. Ve haliyle aldatılmayan var mı bu hayatta?”

Haberin Devamı

Aldatmak sadece sadakatsizlik değildir

- Kaleme aldığınız “Kader Apartmanı No 3” ile tiyatro sahnesinde izleyeceğiz sizi. Sizi böyle bir oyunu yazmaya yönelten ne oldu?

İlk defa bir oyun yazdım ama ben kökende tiyatro oyuncusuyum. O yüzden benim için çok kıymetli. 2015’ten beri felsefeye yöneldim, çok okumalar yaptım. Gönül gözüm açıldı. Önceden başıma bir şey geldiğinde, “Niye bunu yaşıyorum, bunu hak etmemiştim” diye sorgulardım. Ama inanın ki, gönül gözünüz açıldığında tüm taşlar yerine oturuyor ve kusursuz bir sistemin içinde yerinizi alıyorsunuz.

- Bunun yaşla da ilgisi var mı?

Muhakkak. Belki de insanın kemale erme yaşı diye bir şey var ya; hayatımızı gözden geçirip, nereden geliyorum, nereye gidiyorum dediğimiz, belki de hayatımızın bazı yönlerini rötuşlamak istediğimiz zamanlar. Ben de öyle hissediyorum. 40’tan sonra başka bir gözle bakıyorsunuz hayata ve her şey çok daha güzel oluyor.

Haberin Devamı

- Aldatılan bir kadının hikayesini anlatıyor ve oynuyorsunuz. Haliyle ilk akla gelen soru; siz hiç aldatıldınız mı?

Aldatılmak sadece sadakatsizlik olarak adlandırılmamalı. Kandırılmak ve size yalan söylenmesi de aldatılmaktır. Ve haliyle aldatılmayan var mı hayatta? Bence yok. Sadece o da değil, birçok hak etmediğimiz davranışla karşılaşmış, dolandırılmış ve kandırılmışızdır. Ya da yaptığımız şeyden dolayı suçluluk duymuşuzdur. Kader Apartmanı’nda aslında çok yakın bir arkadaşımın yaşam hikayesinden esinlendim. Orada kocası tarafından aldatılmış, dolandırılmış ve yüz üstü bırakılmış bir kadın var. Bu da çok yakın bir arkadaşımın başına gelmiş bir durum. Onun yanında olup, sonrasında hayata yeniden tutanma sürecini de gözlemledim. Bunu yaptığım okumalarla birleştirdiğimde; kendini ve başkalarını affetmenin önemi çıktı. O kini, intikam duygusunu yük olarak üzerinde taşımamayı seçmek. Affetmekten kastım; birinin size karşı işlediği kabahati görmezden gelmek değil. O içinde bulunduğunuz durumu olduğu gibi kabullenip, üzerine çıkabilmek. Bu gerçekten tekamül. Yani ruhun gelişimiyle alakalı. Ben bu mesajı herkese yaymak istedim. Çünkü bu benim hayatımda yeni bir sayfa açmama neden olan görüş. Bunu herkes görsün, duysun istedim.

Haberin Devamı

- “Kader Apartmanı”,  toplumca yaşadığımız birçok olaya bakışımıza bir gönderme mi? Sizce nedir kader?

Tabii, sonuçta hiçbir şey tesadüfi değil. Benim kader anlayışım çoğu insandan farklı. Kader bence bizim dünyaya gelmeden önce seçtiğimiz bir yol. Ama yaşamımızda yönlendirebildiğimiz de bir yol. Sınav gibi düşünmek lazım. Geçtiğinizde, olumlu tarafta kalabildiğinizde hayat da size hediyelerini sunuyor işte. Vicdanla değil egoyla hareket etmeyi seçerseniz, karanlığa düşerseniz o zaman da hayat önünüze engelller çıkarıyor. Bu tamamen sizin tercihinizle alakalı bir şey.

- Aldatma motivasyonunu nasıl yorumluyorsunuz?

Sevgi ve özgüven eksikliği her şeyin temeli aslında. Eğer içinizde duygusal boşluklar varsa, kendinizi sevgiye doyurmamışsanız, içinizde eksik kalan şeyler olur. Tamamlanmadan başkasıyla bütünleşemezsin. Nasıl ki uçaklarda, acil durumlar için anons yapılır; ‘Oksijen maskesini önce kendinize sonra çocuğunuza takın’ diye. İşte hayatta da öyle aslında. Önce kendine iyi bakacaksın, seveceksin. Oysa çoğu kişi dış referansa göre hareket ediyor. Yani dışardan birisinin sevgisine ve ilgisine muhtaçmış gibi davranıyor. Ama kimi vermeye hazır değil, kimi de haddinden fazla veriyor. Bir denge bozukluğu oluyor sonrasında da mutlaka arızalar çıkıyor. En önemli şey, denge.

Haberin Devamı

- Psikolojik olarak da oldukça yıpratıcı şeyler bunlar. Birçok kişide bunlar travmaya dönüyor ama..

Doğduğumuzdan beri üzerimizde hatırladığımız veya hatırlamadığımız çok sayıda travma var. Nedenini bilmeyip, karanlıktan korkan ya da alerjisi olanlar var. Birçok manevi yükle yaşıyoruz aslında. Ama o yükleri bırakmanın,  taşımamayı tercih etmenin de yolları var. Egodan sıyrıldığımızda o yollar açılıyor. Herkese biraz bunların üzerine düşünmesini tavsiye ederim. O ayrılık travmasını da kabullenip, kendimizi ve karşımızdakini affetmemiz gerek. Buna mecburuz, başka çıkış yok. Oyundaki ana karakterde önce bir kısır döngünün içinde. Öfkesini yenemeyip, intikam derdine düşüyor. Ama bir yerde o zinciri kırıyor. Çünkü fark ediyor ki; affetmeyi başaramazsa aynı şeyleri yaşamaya devam edecek. Aynı hayatlarımızda olduğu gibi. Kendini ve başkalarını olduğu gibi kabullenmek ve affetmek.

Haberin Devamı

Aldatmak sadece sadakatsizlik değildir

“Çocuklarım için dünyayı yıkarım”

- Bir yandan da “Zalim İstanbul” dizisinde Seher karakteriyle ekrandasınız. Çocuklarına kendini adayan bir kadın Seher. Bu karakterle nasıl bağ kuruyorsunuz?

Çocuklarım her şeyden kıymetlidir. Her gün ve gece onlara sahip olduğum için şükrediyorum. Ve Seher’in o duygusunu iliklerime kadar hissediyorum. Seher, Anadolu kökenli bir kadın olduğu için birtakım konularda benden daha realist ve daha katı. Onda “feda” kültürü var. O bizde özellikle anneler için hep onaylanan bir şeydir. Halbuki oksijenin maskesini önce kendine sonra çocuğuna takacaksın. Yoksa faydan olmaz. Ama temel duygusu benimle örtüşüyor.

- Dizinizdeki rolünüzle hem Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nden hem de Magazin Gazetecileri Derneği’nden “En İyi Drama Dizisi Kadın Oyuncusu” dalında iki ödül aldınız.

İnsanın başarısının takdir edilmesi çok güzel bir duygu. Bu bir ekip işi ve ilk başta da kreatif bir yönetmenin işi. Cevdet Mercan, dizinin kadrosunu kurarken herkese ters köşe roller verdi. Ben mesela hep, zengin, aşık, kötü kadındım. Daha önce böyle bir kadını oynamamışken, bu role seyirciyi inandıracağımı düşündü. Başlarda, seyircinin yadırgayacağını düşünmüştüm ama o samimiyeti hissedip, kabullendiler. Ben aslında öyle biriyim. Çocuklarım için dünyayı yıkarım; ne yaparlarsa yapsınlar hoş görürüm.

“Benim filmim aşk olurdu”

- Yaşadığı birçok talihsiz olaya karşın hayata olan gardını hiç düşürmeyen biri olarak gördük sizi. Herkesin hikayesi bir film olabilir ya... Sizin hikayeniz filme alınsa türü ne olurdu?

Büyük oğlumun babasını cinayete kurban verdim, kanser atlattım. Bir sürü inişler çıkışlar yaşadım. Roman olabilir denilen hayatlardan biri benimki. Ama hikayemin türü kesinlikle aşk olurdu. Ama tutkuyla, hırsla yaşananlarla karıştırılmasın. Bu Allah’a, çocuğa, hayata duyulan aşk. Ve kendine tabii. Önce varlığına şükretmek gerekiyor. Sabah gözümüzü açtığımız zaman, “iyi ki varım” demeliyim. Çoğu insan varlığının bile farkında değil. Niye değerli olduğunun da... Oysa her birey değerli ve eşsizdir. Ama daha yaşam amacını bulamamış insanlar var. Kendi içine bakmak lazım.Sevgiden başka her şey yalan. Sadece canlıları değil, gördüğünüz duyduğunuz dokunabildiğiniz her şeyi sevmeliyiz. Bu durum mucizleri bize getiren olacaktır.