Cumartesi Artık WC vatandaşı olmak istiyorum

Artık WC vatandaşı olmak istiyorum

21.09.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Artık WC vatandaşı olmak istiyorum

Becerikli (!) yöneticilerimiz sayesinde tuzunu bir türlü kurutamayan T.C. vatandaşı olarak, aklımı küçük küçük yemekteyim çünkü. Hatta (manda pisliği gibi yaşamaya aday biri olarak) "Ah Atam kurtarmasaydın da keşke birilerinin bizzat mandası olarak kalsaydım" bile diyorum. Yani WC vatandaşlığını seçmem bu yüzdendir. Üstelik baba soyadım Tosun olduğu için ve yıllarca hela duvarlarında "Bunu yazan tosun..." şeklinde yer aldığımdan bu değişim benim için kolay olacak. Bir nevi aslına rücu durumu. Yalnız bir farkla, insanlar üzerindeki yıllara dayanan bu "etken" durumum aniden "edilgene" dönüşecek o birileri sayesinde. Ve artık şu şekilde anılacağım: "Bunu yazan Tosun önüne gelen..." (Aylacığım, bu bölümü kına renginde yazabilir miyiz acaba?) Oysa çocukluğum bu tür pisliklerden uzak, adil düzenin hakim olduğu bir aile ortamında geçmişti. Her zaman T.C. vatandaşı olmanın gururunu taşıyan dedem bir Adnan Menderes fanatiği olmasına rağmen (duvarda asılı Menderes fotoğrafının altında "Doğuşu: 1899-Boğuluşu: 27 Mayıs 1960" yazılmıştı) hemen her görüşe de saygılıydı. Teyzem ve kocası Demir ağabey komünistti mesela. Hatta, o bize masallar anlatan, şiirler okuyan eniştemiz bir de "gayrımeşru TKP"nin ileri gelenlerindendi. Ailemizin Nazım Hikmeti idi yani. O da benzer şeyleri yaşamış, Ankaranın soğuk kış gecelerinde, bir bağ evinde, 2 yıl boyunca buluştuğu ev sahibi yoldaşının aslında MİT mensubu çıkmasıyla hapislere bile girmişti. Bu yüzden olacak, evimiz uzun zaman yeşil çoraplı satıcılar tarafından gözlenmişti.Diğer aile fertleri "zararsızdı", Fırat dayım hariç. O her ne kadar 18 yaş romantizmi ile Jalesine kara sevdalı ortalarda dolaşıyor görünse de, kafasındaki "nifak tohumları" bir gece yeşerivermişti. Şöyle ki; evimizin önündeki yol boyunca dikilmiş tüm elektrik direklerini, kırmızı "defter kaplama kağıdıyla" kaplayıp komünizm propagandası (!) yapmaya kalkışınca soluğu 2. Şubede almıştı. Şakası bir yana, mahallenin delikanlılarının ellerinde gitar, kızlara serenat için bu yolu seçmeleri o dönem için büyük bir siyasi suç sayılmıştı. Ertesi gün de gazete manşetlerine geçmişlerdi, "Komünist gençler eylem yaparken yakalandılar" şeklinde. Örgüt elemanları şu kişilerden oluşuyordu. 1) "Saçıyatmaz" Ahmet: Şu anda kel kaldı ama biz ona hâlâ "saçıyatmaz" diyoruz. "Bir saatte bir büyük rakıyı içtik Sarıkız" diye anlatıyor biri, o da diyor ki, "Söyleme hocam, nazar alırız." 2) Koparal: Resmi bir dairede müdür. 3) Subutay: İşadamı oldu. 4) Deli Savaş: En küçükleriydi, şimdi nerelerdedir bilmiyorum. 5) Gitar Mehmet: Anladığınız gibi, serenatta kullanılan müzik aletinin sahibi. 6) "Hazret-i Ali" Alp: Lakabını bir yurttaşlık bilgisi dersinde almıştı. Ortaokul son sınıftaydık, çete sürekli çift dikiş okuduğundan ben de onlara yetişmiştim. Okulun ilk günü hocanın emri üzerine kitabın önsözünü okumuş, yazanın imzasına bir anlam veremeyip H.A.yı "Hazret-i Ali" diye yorumlayınca olanlar olmuştu.İşte bu kızıl ordu, dediğim gibi ertesi günün manşetlerine geçmişlerdi. Sadece Ulus gazetesi vakaya alaylı yaklaşmış, o dönemin AP hükümetini suçlamıştı. Dayımın ve Savaşın gözleri siyah bantlı fotoğrafları yayımlanmış, komünizm hakkında bilgilerine başvurulmuştu. Olay gecesi kırtasiyeciden kırmızı selofanları satın alan dayım olunca (çömez de Savaş oluyor), onların suçu diğerlerinden fazlaydı haliyle. Ama Allahtan dükkanda kırmızı kağıt az, sokak lambaları da fazla olduğundan araya birkaç da mavi renk serpiştirmek zorunda kalmışlar, böylece hapislerde çürümekten kurtulmuşlardı. Bu arada birkaç Yeti paparazzi, "Sağcı annenin komünist oğlu" şeklinde şayan-ı takdir başlıklar atmışlardı. Anneannemin AP kadınlar kolundaki görevi nedeniyle herhalde. Bu arada kendisi hatırlar mı bilmem, en güzel yorumu da Çetin Altan ustamız yapmıştı. Usta, yorumlarına yıllardır devam ediyor, sabırlı bir T.C. vatandaşı olarak. Çok önceden yazdığı "Geçip Giderken"i oğlum okuyor şimdi. "Uzaylıların Türkiyeyi nasıl gördüklerine" ilişkin bölüme tekrar göz attım da, baktım değişen hiçbir şey yok, kitap sanki dün yazılmış gibi. Ve şu anda çok kötü bir şey oldu, TVden Şükran Güngör abinin ölüm haberini duydum. Çok kötü, çok... nNot: Tabii ki inanmayacaksınız, yukarıdaki yazıyı 15 Eylül saat 24.00te yazdım. Şimdi ise saat 8.00. Gazeteye e-maille yollamak için oğlanın uyanmasını bekliyorum. Bir yandan da Milliyeti okuyorum. Çetin Altanın köşesini görünce dilim tutuldu, 35 yıl öncesinden bir alıntı yapmış. Hangi kitabından mı? "Geçip Giderken"den tabii. Yazara e-mail Şu an adını hatırlayamadığım bir yazarımız, yoksul mahallelerdeki çocuk manzaralarını anlatırken şöyle bir tablo çizmişti: Oğlanlar sokağın ortasından akan lağım suyunun başına çömelip "Lan Ahmet bak şu senin şeyin, bu benimki, şu da babanınki!"diyerek oynarlarmış. Çocuklar bekleyin ben de artık yanınıza geliyorum!

Yazarlar