Cumartesi Bu yazıyı Ahmet, Mehmet, Bülent, Tiraje, Oğuz... okumasın

Bu yazıyı Ahmet, Mehmet, Bülent, Tiraje, Oğuz... okumasın

13.01.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bu yazıyı Ahmet, Mehmet, Bülent, Tiraje, Oğuz... okumasın

Bu yazıyı Ahmet, Mehmet, Bülent, Tiraje, Oğuz... okumasın

Bu yazıyı Ahmet, Mehmet, Bülent, Tiraje, Oğuz... okumasın

Sarıkız'ın Anıları

Yazar olmaya karar verip eski kocamın eski senaryolarının arkalarına yazmaya başlamıştım ya, bunu ilk yapışım değil.
Türker İnanoğlu öğretmişti yıllar önce. Erdoğan Tünaş’la Sefa Önal abilerimin yazdıkları hikayeler mürur-ü zamana uğrayınca, sayfa arkalarına notlar tutardık. Parmak kadar kurşun kalemi de ilk orada görmüştüm. Ki annemler 7 kardeş, bir de ben 8, aynı evin içinde büyüdük de, bu kalem terörüne hiç şahit olmamıştım. Ama onca yerde çalıştım, maaşımı gününde aldığım tek iş yeridir Türker Bey’in Erler Film’i. Hatta saatinde. Bizi it gibi çalıştırdı ama hakkımızı hiç yemedi.
Neyse, tekrar gelelim Erler Film’e. Türker Bey’le tanışmam yıllar önceydi, tarihini hatırlamıyorum ama Bülent Ersoy’un, o mutlu değişiminden önce! Bana başrol teklif edilmişti. Bu konuda yeteneksiz olduğumdan ve aklım kamera arkasında olduğundan kabul etmemiştim. "Hangimiz erkeği oynayacak peki?" diyerek de o sevimsiz espiriyi yapmıştım. Şirketle ikinci buluşmam bir video kaset çalışmasıyla oldu. Bir erkek bir de kadın sunucu arıyorlardı. Şuursuzum ya, ben de başvurdum. Aaaa! O ne? Bir salon dolusu tiyatrocu, sinemacı, manken... 40 kişi filan. Sibel Savacı ve Nergis Kumbasar’ı hatırlıyorum. Bir köşeye sıkıştık, bekleşiyoruz. Sınava gireceğiz. Kapı açıldı, sonradan adının Lary olduğunu öğrendiğim bir İngiliz "Kim gelmek ister?" dedi. "Ben geleyim, en yaşlıları benim" dedim. Beni çekim odasına aldı. Bir de ne göreyim? Masanın başında Oğuz Aral oturuyor. Başöğretmen olarak. Ve diğerleri.
Akademi sınavını hatırladım o an. Bir asistan "En beğendiğiniz müzik türü?" deyince "caz", demiştim ukalalık olsun diye. "Peki, çalgıcı?" sorusunu da "Bili Kopın" diye cevaplamıştım. Öylece bakakalmıştı suratıma. Tamamen uydurmaydı çünkü. Belki Harlem’de bu isimde biri, varillerin üzerinde davul çalmaktaydı ama bunu biz bilmiyorduk. Sınavı kazanmıştım.
Oğuz Aral "Kendinizi tanıtın şöyle etraflıca" dedi. Bana böyle şey denir mi ayol? Şimdi ben bunları, "Dünya ateşten bir toptu, önce dinazorlar geldi" diyerek bir bayıltayım da görsünler. Ama sadece bir-iki laf ettim nasıl olduysa. İngiliz Lary’nin "Do you speak English?" sorusuna da "Niye bilmeyeyim beyfendi, bilmesem nasıl anlaşırdık şu anda?" deyince, sınavı kazanmışım..
Erkeklerden de Yılmaz Zafer kazandı. O sıralar Tiraje ile flört ediyorlardı. Yılmaz’la ben, bu projede onun da yer almasını çok istediğimizden, (Cihangir’de ev tutmak için paraya ihtiyaçları vardı çünkü) "Biri daha olsun, n’olur?" diyerek Oğuz Aral’ın başının etini yedik. Sonuçta monitörün başına oturduk üçümüz, sınav kayıtlarını izliyoruz tekrar tekrar. Bir sürü adayın arasından, sıra her Tiraje’ye gelişte "Hah işte bu kız olsun, çok güzel" diyoruz, Yılmaz’la. Oğuz Bey bu ısrara bir anlam veremiyor ama işin içinde bir itlik olduğunun farkında. "Yahu bunun neresi güzel, hay Allah" filan derken, kabul ettirdik (Bu arada Tiraje, benim tanıdığım en güzel egzotik kadın tipidir. Saura’nın "Kanlı Düğün"ünü görmüşseniz ne demek istediğimi hemen anlarsınız). Çekimlerin ilk günü Ulusal’ın platosundayız. Laflarımız büyük kartonlara yazıldı, kameranın yanına yerleştirildi. Traje’de bir panik... "Ay, ben bunları okuyamam ayol" diyor. Bu maruzatı Oğuz Bey’e söylemek de bana düştü. "Oğuz Bey," dedim yavaşça, "arkadaş uzağı göremiyormuş galiba." "Tanrım, aynı zamanda kör" diye haykırdı. Daha sonra, çekimlerin en başarılısı Tiraje idi. Ve Oğuz Aral’ın da gözdesi.
Yılmaz ve "Ticace"...Canlarım... Biz onları evlenecek sanırken, başkalarıyla evlendiler ve mutlu oldular. Birlikte yaşlanırız, diye düşünüyordum ki, Yılmaz oyunbozanlık etti.





CUMARTESİ