Bu yazıyı Nükhet Duru okumasınSarıkız'ın AnılarıEski kocanın evinde misafirliğim sürüyor. Uzun bir aradan sonra yazabiliyorum. İşsiziz dediysek, öyle boş da oturmuyoruz. Çok eskilere dayanan bir yeteneğim ortaya çıktı da Allah’tan, Antalya’daki evimin kirasını ödeyebiliyorum.
İlk on, oniki yaşlarında öğrendim dikiş dikmeyi. Komşu kızı Zehra’nın bebeğine elbise dikerdim. Benim bebeğim olamazdı, çünkü kendimi erkek zannediyordum. 5 yaşındayken de, dedeme bir "pipi" siparişi bile vermiştim. Beni bir hafta kadar oyalamışlardı, "Küçüğünü bulamadık, büyüğü vardı, o da sana olmaz" diye. Oyunun canım yerinde, üç tane üzüm bağı geçip de tuvalete koşmak zoruma gidermiş herhalde. Üstelik diğer oğlanlar buldukları ilk ağacın dibine çişlerini yaparken.
Çok daha sonra öğrendim tabii, "o şeyin" çarşılarda satılmadığını, tanrı tarafından bir lütuf olarak, sadece erkeklere takıldığını.
Tam size Sarı Çizmeli Mehmet Ağanız olarak çocukluğumu anlatacaktım ki;
Telefon çaldı, sevgili Meltem, "Pınar’cığım - yeni adım Pınar Kür - Kanal 6’yı aç" dedi. Bir Demet Akbağ hayranı olduğumu bilir, ekranda "İşte Müzik İşte Eğlence" den bir bölüm. Demet Akbağ, Nükhet Duru olmuş, inanılır gibi değil. Dünyada bu kadar başarılı kaç tane taklit ustası ve sanatçı vardır diye düşündüm tekrar. Sonra, Nükhet’i ilk tanıdığım günlere uçtu aklım. Teşvikiye’de oturuyorduk eski kocayla. Ben dikiş konusundaki becerilerimi geliştirmişim, artık büyüklere dikiyorum.
O sıralar da Atıf Yılmaz’ın "Dağınık Yatak" filmine kostüm yapıyorum, Müjde giyecek.
Bir pazar günü beni aradı. "Nükhet’le sana geliyoruz, tülbentlerden bir şey anlamaz ama bende görünce kıskandı cadı, o da istiyor" dedi. Tülbent dediği, benim Kapalıçarşı, köylü pazarını didik didik ederek bulduğum Anadolu yazmaları.
Oraya alışverişe gittiğimde, bazen Müjde de gelirdi. Tanınmamak için kafasında sarı peruk, kocaman siyah gözlükler, üzerinde, çalışan kadının rengi kaçmış pardesüsü ile de, kafasını uzattığı ilk dükkandan "Hoş gelmişsen Müjda haanım" derlerdi.
Akşamüstüne doğru geldiler Nükhet’le. Kötü yazılmış skeçlerdeki gibi bir sokaktı bizim evin önü. Hani şu her şeyin bulunduğu; satıcı, çember çeviren çocuk, çamaşır asan kadın, taksi durağı gibi olmazsa olmaz cinsinden kalabalığın bulunduğu sokaklardan. Hepsi dizildiler kapının önüne. Müjde üzerinde ne varsa çıkardı, elbise deniyor. Nükhet biraz utangaç, "Bir iğne alabilir miyim şekerim, şu perdenin arasını kapatacağım da, dışarıdan görünmesin" dedi. Mahalleliyi kastediyor.
Müjde’nin cevabına uzun süre güldük. "Ayol Nükhet, senin şeyini bütün Türkiye biliyor, şurada iki şoför görse ne olur?" Müjde şey demiyor tabii, organın "a" halini söylüyor. Bu arada ben, müthiş bir Müjde aşığı olan, arkadaşım Necdet Karaoğlan’ı da çağırdım. Karısından izin alıp geldi. Yalnız onlar, (benim kocayla) karşıdaki, minik atölyemdeler.
Müjde’ye "Ayol şu çocuğa bir görün, heyecandan bayılacak içeride" dedim.
Ama ben ona öyle dememişim de, bir kapıdan bir kapıya haykır, demişim. "Necdeeet gel sana kıçımı göstericeeeem.."
Tek bir şeyi net hatırlıyorum o günden. Benim kibar, yakışıklı, beyefendi arkadaşımın kıpkırmızı yüzünü.
Ne o gün, ne de ondan sonra hiç karşılaşmadılar. Daha sonra Necdet bir trafik kazasında öldü.
CUMARTESİ