Cumartesi "Demiryolunda çalışmasaydım yazar olamazdım"

"Demiryolunda çalışmasaydım yazar olamazdım"

07.05.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yeni kitabı "Yatır"ı çıkaran Sadık Yemni: "Demiryollarında işim bütün gün saatlerce oturmamı sağlıyordu. Okudum, düşündüm, sonra bir roman yazdım. Eğer o işte çalışmasaydım bugün yazar olamazdım"

Demiryolunda çalışmasaydım yazar olamazdım

ekorap@milliyet.com.tr Yemni geçenlerde piyasaya çıkan kitabı "Yatır" için İstanbul'daydı. İlginç bir adam olduğu efsanelerine dayanarak bir röportaj yapalım dedik ve gerçekten "çook acayip" bir adam çıktı karşımıza.İzmir'in bir zamanlar "seks odası" olarak efsaneleşmiş "Kara Oda"sını kent hizmetine açan, sonra kalkıp Hollanda Demiryolları'nda köprü bekçiliği yapan, en sonunda da yazarlıkta karar kılan bir adam Yemni! Bir zamanların "Roketçi Sadık"ı şimdilerde Hollanda, Belçika, Almanya ve Türkiye'de romanları yayımlanan bir yazar yani... Siz Sadık Yemni'yi nasıl bilirdiniz? Biz onu Türkiye'de daha çok "Amsterdam'ın Gülü" ve "Muska" kitaplarıyla tanıdık. Oysa o Hollanda'da Türkiye'dekinden çok daha meşhur. Sokakta görenler onu tanıyor. Hollanda gazeteleri röportajlar yapıyor. Tiyatro oyunları sahneleniyor. 16-17 yaşlarındayım. Kimyaya o kadar meraklıyım ki. İflas eden bir eczaneden aldığım malzemelerle roketler yapıyorum. Atatürk Lisesi'nin bahçesinden karşıdaki kız lisesinin bahçesine fırlatıyorum. Çünkü rokete bağlı aşk mektupları var! Yakıtı da kendim yapıyorum. Bir gün Allahsız roket kalkarken gümlüyor, bütün mektuplar yerlerde. Bütün okula rezil oluyorum. Adım ondan sonra "Roketçi Sadık" olarak kalıyor. Sizin hikayeniz nasıl başlıyor? "Oraya genelev denmez ama 'genelgarsoniyer' denebilir Amsterdam'a ne zaman gidiyorsunuz? Oraya gelmedik daha. Derken Ege Üniversitesi Kimya Mühendisliği'ni kazanıyorum. Alsancak'ta Emanet Apartmanı diye ünlü bir apartmanda oturuyoruz. Ben "Evden ayrılacağım" diye tutturunca annem uzağa gitmeyeyim diye karşı daireyi tutuyor. Kimya dersi verip o parayla kiramı da kendim ödüyorum. Daire çok büyük. Bir odayı arkadaşlarıma veriyorum. Orkestraları var, gelip bu odada prova yapıyorlar. Odanın altı duvarını da siyaha boyuyorlar. Orası "Kara Oda" oluyor. Onlar gidince evde bir kara delik gibi "Kara Oda" kalıyor. Genelev denmez ama "genelgarsoniyer" diyebilirsiniz. O yıllarda böyle bir şey çok büyük nimet. Tam Alsancak çarşısının göbeğinde bir tane "Kara Oda" var. İzmir'de o yıllarda efsane oldu. Sadece seks ilişkisiyle nam saldı! "Kara Oda"dan randevu almak, "Kara Oda" maceraları aldı yürüdü, bir efsane oldu. Bütün İzmir odanın namını duydu. Burası gençlerin buluşma yeriydi. Nasıl yani? Anlamadım! Dönerci, börekçi, garson, gece kulübü koruması, baklavacı... Babam vefat etmiş. Annem, anneannem, kız kardeşi karşı dairede. Ben uzaklara kaçmayayım, ne yapacaksam gözünün önünde yapayım diye bir şey diyemiyor. Zaten evin odalarından birini spor salonu yapıyorum. İzmir'in ilk spor salonu belki de! Oraya gelip gidenler, partiler... Aşağı katta orta yaşlı bir kadın var. O bana aşık. Aşk uğruna katlanıyor. Karşı dairede annem var zaten. Onun altında çocuğuna ders verdiğim biri. Tatlı ilişkilerle bir miktar rahatsızlık vererek idare ediyoruz durumu. Ama tutucu esnaf bizden hoşlanmıyor. Anneniz ne diyor bu işe? Şimdi Amsterdam bölümüne geldik işte. Bütün bunları anlatıyorum çünkü bütün bunlar beni yazar yapan olaylar. Sonumuz pek hayırlı olmuyor. O ev yanıyor. Niye bilmiyorum o ruh haliyle dayımın yanına Amsterdam'a gidiyorum. Üniversiteyi bırakıyorum. Annem de orada daha "düzgün" bir hayat kurarım umuduyla ses çıkarmıyor. Önce dayımın konfeksiyon atölyesinde çalışmaya başlıyorum. Kendimi 500 tane yelek ütüler, kuşakları değiştirirken buluyorum. Zor bir hayat. Sıkılıyorum. Amsterdam'da çok başka işler yapıyorum. Dönerci, baklavacı, börekçi, gece kulübü güvenlik görevlisi, barmen, garson olarak çalışıyorum. Ve bütün bu yaşadıklarım, gözlemlerim beni yazar yapıyor. Ama bütün hayatımı değiştiren o işi bulunca. Sonra? "İdeal evliliği yaptım: Karımla ayrı ülkelerde yaşıyorduk" Hollanda demiryollarında köprü bekçiliği! Nedir o iş? Yedi yıl boyunca hiç kimsenin bilmediği yerlerde tek başıma köprüyü bekliyorum. Altından gemilerin, üstünden trenin geçtiği bir köprü hayal edin. Benim işim gemi geçeceğinde köprüyü kaldırmak! Saatler, günlerce, aylar, yıllarca tek başıma oturuyorum. Zaten hep okuyordum ama artık bütün günümü okuyarak geçiriyorum. Yapacak başka bir şey yok! Eski bir daktilom var. Altı yıl düşündükten sonra altıncı yılda yazmaya başlıyorum. Ve yazdıklarımı bir yayınevine götürüyorum. Çok beğeniyorlar ve yayımlıyorlar. O kitapla birden bütün ilgi benim üzerime dönüyor. Bir demiryolu işçisi nasıl böyle bir kitap yazar! Hem de bir Türk! Bir anda ülke gündemine geliyorum. Çok ün yapıyorum orada. Eleştirmenlerden çok iyi eleştiriler alıyorum. Kitaplarım Belçika'da, Türkiye'de de yayımlanmaya başlıyor. Şimdi Almanya'da yayımlanacak. Ben de "Yayınevinde iş buluyorum" diyeceğinizi sandım! Evet. Eğer demiryolu işçisi olmasaydım Sadık Yemni diye bir yazar da olmazdı. 40 yaşından sonra yazar oluyorsunuz yani... Tabii ki. 12 kitabım var. Henüz bir kısmı Türkiye'de yayımlandı. Üç tiyatro oyunum Amsterdam'da sahnelendi. 1987'de ilk kitabım yayımlandı. Türkiye'de ise ilki 1996'da yayımlandı. Orada sokakta, her yerde tanıyorlar. Yazarlık dışında hikayemle de tanınıyorum. Bir de orada ders kitaplarında benim yaşamöykümle ilgili bir bölüm var. Hollanda'ya yerleşen yabancılar belli bir kurs takip etmek zorundalar. Orada benim yaşamım anlatılıyor. Türkiye'de ise o kadar tanınmıyorum. Zaten Türkiye'ye çok uzun yıllar gelmedim. Hollanda'da daha mı çok tanınıyorsunuz? Evet. İki kez evlendim. Bir kız arkadaşım Güney Amerika'ya yerleşecekti. "Gel evlenelim" dedim. Böyle ideal bir evlilik olmaz. Ayrı ülkelerde yaşayacağız! Daha ne isteriz! Evlendik. O evlilikten bir kızım oldu. Şu an 20 yaşında. İki de evlilik dışı çocuğum var. Bir tanesi benim bilgim dışında oldu. Sonradan öğrendim! n Evlendiniz mi peki? "Korku dizisi yazabilirim" Polisiye, bilimkurgu ve korku türlerinde yazıyorum. Ama bütün bunları bir arada kullanarak yazdığım için bu Sadık Yemni üslubu oldu. Ben de böyle diyorum. Ne demek "gizemkar dehşet tirildemesi"? Siz böyle bir türde yazdığınızı öne sürüyorsunuz. Çocukluğumda! Doğal olan bu. Yerel motiflerden her zaman daha çok etkilenir insanlar. Çünkü daha inandırıcı gelir insana. Dağ başındaki şato yerine, normal hayatta geçen olaylar her zaman daha korkutucudur! Daha önce Türkiye'de film için bazı görüşmelerim olmuştu. Atıf Yılmaz'la görüşmüştük. Ama bir türlü olmadı. Şimdi korku dizisi senaryosu için görüşmelerim olacak. Türkiye'de böyle bir dizinin tutacağına inanıyorum. Kitabınızın adı "Yatır". Türk insanının öyle vampir, canavar değil de, muska; büyü, yatır gibi metaforlardan korktuğunu ne zaman keşfettiniz?