Cumartesi Enkazdan çıkan patroniçe

Enkazdan çıkan patroniçe

17.08.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Üç yıl önce Marmara Depreminde annesini, akrabalarını, işyerini ve evini kaybeden Özlem Borgonovi sıfırdan başladı ve Lailada iki ayrı restoranın ortağı bir patroniçe oldu

Enkazdan çıkan patroniçe

1969da İzmitte Merkez mahallesinde doğdum. Şimdiki adıyla Saraybahçe. Ben altı aylıkken ailemle birlikte Almanyaya gittik. Orada kolej okudum. Daha sonra kesin dönüş yaptık. 17 yaşındaydım. Ardından da evlendim zaten, bir kızım oldu. Üç yıl içinde sıfırdan bu noktaya nasıl ulaştığınıza geçmeden önce biraz sizi tanıyalım. Almanya sonrası İzmitte yaşam nasıldı? Rahat bir ortamdan hayli tutucu bir çevreye gelmiştim. Göze batıyordum tabii. Hemen evlenme nedenim de bu olabilir. Çalışıyor muydunuz? Bir İtalyan şirketinde tercüman olarak işe başladım. Daha sonra Sabancı grubunda çalıştım. Depreme kadar hayatınızda neler oldu? Birkaç yıl İzmitte yaşadıktan sonra İstanbula yerleştik. Eşim İtalyandı ve Türkiyeyi bir türlü sevemedi. 1998de ayrıldık. Bir ara ben yine bir buçuk yıllığına İtalyaya gittim çünkü tüberküloz olmuştum. Türkiyede yedi ay anlamadılar. 13 kilo verdim. Orada tedavi gördüm, yaklaşık dört ay boyunca dağlarda yaşadım ve iyileştim. Çocuk kimde kaldı? Ne bende ne onda... Kızımız zaten çifte vatandaş olduğu için burada bazı problemler yaşadık, İtalyada okuyordu. Sonra neler oldu? Boşanıp da İstanbulda yalnız kalınca İzmite dönmeye karar verdim. Ailem çok sevindi tabii. Erken evliliğin getirdiği bir şey, aileden hep uzaktasınız. O yüzden onları çok özlüyordum. Ve depremden yedi ay önce İzmite yerleştim. Bir küçük restoran açtım. Bu meslekteki ilk adımım oldu. İzmit halkı ne dedi bu işe? Mesela aile üyeleri "Eyvah, kız meyhaneci oldu!" diye telaşlandılar mı? Hemen hemen... Ama ben onlara kısa zamanda ispat ettim. Meksika lokantasıydı zaten işyerim. Parayı nereden buldunuz? Biraz kendi birikimim vardı, birazını da annem verdi. Eşimden ayrılırken hiçbir şey almamıştım. Her şeyi ellerimle yaptım. Çok yoruldum. Küçük de olsa bana ait bir restoranım olmuştu. Ailenizle mi oturuyordunuz? Hayır. Aslında o sıralar annemin oturduğu apartmanın giriş katı boştu. Ama benim bir kurt köpeğim vardı, onun rahat etmesi için biraz İzmitin dışında iki katlı bir ev tuttum. Desenize kızınızın ve sizin hayatlarınızı bu "seçim" ve "oğlunuz" kurtarmış. Evet, aynen öyle ama... O gün kardeşlerim restoranımdaydı. Bir ara annem de restorana geldi, hiç yapmadığı bir şeydi oysa. Biraz birbirimize kırgın ayrıldık. Kızım onun tek torunuydu ve ona tapardı. O gece "Bende kalsın" diye ısrar etti. Kızım da zaten eteğine yapışmış, ağlayıp duruyor "Anneanneme gideceğim" diye. Ama kapris yapıyordum sanki ve izin vermedim. O da annemi son görüşüm oldu. "Depremden sonra annemin sekiz katlı apartmanıyla aynı boydaydık" Gece son müşteri de gittikten sonra personelle uzun süre sohbet ettik. Konu birden "ölüm"e geldi. Herkes bir şey anlattı, bir ara hepimiz ağlamaya başladık. Daha sonra kızımla eve geldik. Saat gece 02.00ye geliyordu. Ben her gece 9-10 sokak köpeği beslerdim. O gece de yemek elimde bahçeye çıktım, baktım hiçbiri yok. Çok şaşırtıcıydı. Sonra kızımı uyuttum. Birden uzaktan köpekler havlamaya başladı. Kızımın yanına yukarı çıktım, elini öptüm. O sırada kızım uyandı, "Anne midem bulanıyor" dedi. Onu banyoya götürdüm. İşte o sırada yer titremeye başladı. Kapı kızımın üzerine kapandı. Ben dışarıda, o ise banyoda, avaz avaz bağırıyoruz. Bu arada evdeki her şey yıkılıp dökülüyor. Yeraltından gelen ses bizim çığlıklarımızı bastırıyor. Kapının kenarından ışık sızıyordu. Bir sarsıntı daha geldi, tüm ışıklar söndü. O kabustan nasıl çıktık hatırlamıyorum. Yalnız büyük bir bacanın bir adım arkamıza düştüğünü biliyorum. Toprağın üzerine uzandık. Öylece beklemeye başladık. Sarsıntılar devam ediyordu. Sonra yan apartmanda oturan kardeşimin sesini duydum. İçimden "Annem" dedim. Bir arkadaşımın motosikletiyle annemin evine doğru yola çıktık. Yol boyunca depremin gerçek yüzünü gördüm. Bütün evler yerle bir olmuştu. Sonra saatlerce annemin apartmanını aradım. Senelerdir bildiğim evi bulamıyordum. Sonra birisi evi gösterdi. Gösterdiği yerde annemin minibüsünü gördüm. Ters dönmüştü. "Yeraltından gelen ses bizim çığlıklarımızı bastırdı" Annemin evi sekiz katlıydı. Ben 1,70 m. boyundayım. Yanında durduğumda tüm apartman benim boyumdaydı. Annemin yastıklarını gördüm. İçimde bir ümit "Belki evde yoktur" diyordum. Annemi aramaya başladık. Bütün hastaneleri dolaştık. Her taraf ceset dolu, koridorlara taşmış. Hiç bu kadar soğukkanlı olabileceğimi tahmin etmezdim. Her birinin örtüsünü kaldırıp baktım. Tanıdıklarıma, akrabalarıma rastlıyordum. Sonra umudum bitti, yine enkazın başına döndüm. Bu arada açız, ekmek yok, su yok. Ne gelen vardı ne giden. Depremin dördüncü günü anneme ulaştık. Yatak odasında sıkışmış, yüzüne de bir kolon çarpmış. Saç derisi arkaya doğru sıyrılmıştı. Şişmişti. İple yukarı çıkardılar. Pembe ojeyi çok severdi. Ellerinden ve ayaklarından tanıdım. Açılmış hazır mezarlardan bir yer buldum. Sonra kafasındaki deriyi düzelttim, yatırdık, üzerine toprak attık, işte böyle... "Annemi pembe ojeli tırnaklarından tanıdım" "Gittiğim seminerde hayatım değişti" Depremden sonra ne yaptınız? Uzun bir süre kardeşlerimin başında kaldım. Eski kocam ve babası üç gün sonra gelip kızımı aldılar. Bir süre sonra erkek kardeşimle beraber İstanbula geldim. Bir yerde iş buldum. Bu arada lisanımı geliştirmek için sabahlara kadar çalışıyordum. Yine tercüman olarak bir İtalyan şirketine girdim. Ama maaşım yetmiyordu. 20 gün elektriğim kesiliyordu, makarna yiyorduk. Peki, bu bar nasıl açıldı? Bir Alman şirketinde çalışmaya başlamıştım. Beni Avusturyada bir seminere gönderdiler. Hayatımın dönüm noktasıymış. Şirketin büyük patronları ile tanıştım. Onlara Türkiyedeki eğlence sektörünü, yatırım yapılacak bir ülke olduğunu anlattım. Aradan bir süre geçti, baktım patronlar Türkiyede. Ben bu arada bütün araştırmalarımı yapmışım, raporlarım hazır. Sonrası çok çabuk gelişti. Önce Lailanın dükkan satışlarında devreye girdik. Gece hayatından gelmediğim ve bu işte "tanınmış" biri olmanın avantajını bildiğim için, eskiden tanıdığım, Escobarın sahibi Hakandan yardım istedim. Sonra Nefise Karatay ve Hakanla bu işe başladık. Onlar işletmeyi yürüteceklerdi. Bu arada Alman bir ortakla şirket kurduk. Benden sermaye istemediler. "Emek, para kadar değerlidir"den yola çıkarak bu işe başladık. Sorumu mazur görün, ortağınızla bir gönül bağınız var mı? Rica ederim, hayır yok. Kendisi zaten evli, çoluk çocuk sahibi. Türkiyeye çok seyrek gelir. Bu iki restoranın maliyeti ne oldu şirkete? Yirmişer bin dolar maliyeti oldu. Artı dekorasyon ve işletme giderleri. Ortağınız bu yatırımdan memnun mu? Memnun olmaz mı? Şirkete giren her kuruş geri ödendi. Ve kazanılan sermaye ile yola devam ediyoruz.