Cumartesi Fistan aldım endazesi 17ye...

Fistan aldım endazesi 17ye...

08.05.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Fistan aldım endazesi 17ye...

Efendim bendeniz Ankaralıyımdır. Her ne kadar III. Selim anne tarafından bizzat dedemiz olsa bile kendimi her zaman İstanbulun dışında hissetmişimdir. (Ve saf bir Anadolu kızı olarak geldiğim şuralarda başıma gelenler, seçtiğim Bizanslı kocalar, arkadaşlar vs. doğrultusunda, bu hayat bana öğretmiştir ki "Keşke Ankaradan hiç çıkmasaymışım.") Geçen yıl Ankarada açılan bir bakır sergisini gezmiştim. Aynı günlerde, bu sergiyi hazırlayan Ankaralılar Vakfının, Bindallı ve Çeyiz Sandığı Sergisinin de hazırlıkları vardı. Ben bu 150 yıllık sırma işlemeli elbiseleri, el nakışlı ipekleri görüp içine düşünce, insanlar hayretler içinde kalmıştı, bu kadın niçin çıldırdı şimdi diye? Her neyse, sözünü ettiğim vakıf güzeller güzeli sergisini Etnoğrafya Müzesinde açmış (Hem de, Atanın naaşının Anıtkabire nakledilmeden önce misafir edildiği salonda). Vakfın kadın kolu çalışanları, o günkü bu kaçık kadını unutmamışlar ki bir davetiye de bana yollamışlar sağ olsunlar (Böyle bir köşe yazdığımdan haberleri yok ayrıca). Katalogda yer alan "eser"lerin tümü, köklü Ankaralı ailelerin sandıklarından çıkma. Altın tokalar, antika saatler, işli terlikler, gümüş nalınlar... (Deyince aklıma geldi, bir ara şu Caner ve Tülini anlatacağım size, unutturmayın. Çağrışımı yaptıran ise bu ikisinin gümüş ve nadide olmaları değil, sadece takunya kısmı.) Aslında anlatmak istediğim de tam bu. Bir yanda, canım Atamın Ankarasının kültür hazineleri, diğer yanda takunya suratlı ünlülerimizin faaliyetleri. Ve ısrarla ikincisini -çarşaf çarşaf- sergileyen biz medya çalışanları. Ama ben farklıyım. Bir kere, söylediğim gibi Ankara aşığıyım. Ayrıca eski bindallı, sim işli çevreler, oyalı yemeniler denince aklımı oynatırım. Hâlâ boş vakitlerimde Kapalıçarşıya gidip bu dokumaları okşarım uzun uzun. Onları severim, iltifatlar ederim. "Çok güzelsin be... Yerim sizi..." derim her birine tek tek. Ve beni duyarlar emin olun. Param yettiğince satın alır, vaktim olduğunca bunlardan elbiseler dikerim. Bazen işi abartır, bu giysilerden sergiler açar, ufak ev defileleri yaparım. "Eserlerimi" de bu dünyada sayıları giderek azalmakta olan insanlar alır. Gülper Refiğ gibi... Yıldız Kenter gibi... Kate McGowen gibi... İçlerinden Katei tanımayabilirsiniz. O uzun yıllar, eşinin diplomat olması dolayısıyla, ülkemizde yaşamış Amerikalı bir dansçıydı. Benim elbiseleri alır, gittiği her yere giyerdi. Türk dokumasının ve desenlerinin tanıtımı için kendini paralayan bir yabancı... Diğer yanda kendini yine aynı işe adamış bir vakıf ve başkanları Güven Dinçer... Yazının ortasında gördüğünüz fotoğraf, Ankaralılar Vakfının sergisinden bir kültür hazinemiz. Ölümünden sonsuz keder duyduğum, Türkiye aşığı, dostum Katee ait bir fotoğrafı da size sunmak isterdim ama maalesef mümkün olamadı. Son olarak şunu söylemeliyim. Ben Atatürkün, Ankarayı sadece güvenli bir yer olduğu için başkent yaptığına hiçbir zaman inanmamışımdır. Onun bu şehrin geleneklerine bağlı, kültür düzeyi yüksek, bonkör ruhlu insanlarına da aşık olduğunu düşünürüm. Sergideki uçkur, kemer ve yağlıkların, yıllar önce bu büyük önderi Ankara sırtlarında karşılayan Seymenlere ait olması, savımın bir küçük kanıtı. Yazara e-mail