Cumartesi Gençlerin kanı kaynıyor, İstanbul kaç derece?

Gençlerin kanı kaynıyor, İstanbul kaç derece?

02.12.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

İstanbul'un havası suyu malum, toprağı sıksan tarih fışkırıyor vesaire... Ya ateşi? Yani gençlik, modern sanatlar ve teknoloji. 90'lara göre daha harlı, 2000'ler dünyasına göre hâlâ biraz düşük sayılır ama az zamanda az yol almadık

Gençlerin kanı kaynıyor, İstanbul kaç derece

tubakyol@yahoo.com "Hı hı" dedi biri, "O zamanlar Beyoğlu'na kravatsız da çıkılmıyordu, değil mi nineciğim?"Ne espri! Şur'dan bastonumu uzat evladım, kafanda parçalayacağım.Milattan önceki bir zamandan değil, şunun şurasında 1990'lardan bahsediyorum. O yüzden Üsküdar'daki banklarda içki içme yasağı çok dokundu içime. Biz o zamanlar yaratıcı olmak zorundaydık. Aşiyan'da mezarlıkta, Hisar'da surlarda, Bebek'te banklarda az içmedik. Şimdi it kopuk içiyormuş, etrafı rahatsız ediyormuş. Çevreyi rahatsız etmek suç. İçkili de suç, içkisiz de... Niye içki yasak olsun? Neyse...İşte o zamanlar değil İstiklal'de, koca İstanbul'da nerede öyle adım başı "kafe-bar", nerede böyle konser bolluğu falan.Şehre kim gelse, izlemek istiyor muyuz-istemiyor muyuz diye bile ayırmadan etmeden, koştur koştur giderdik. Maksat aktivite olsun. Zaten 40 yılda bir biri gelirdi. Ona da gitmeyecek miydik yani? Geçen gün bizim çocuklara "eski İstanbul"u anlatıyordum: "İstiklal'de akşam oturup bir kadeh bir şey içmek için şimdiki gibi barlar yoktu. Bir Papirüs vardı. Hayal Kahvesi açıldı. Sonra Kaktüs..." Ve 2000'ler... Juliette and the Licks konserine gitsek mi gitmesek mi diye evde mızmızlanıyorum. Ay çok da üşeniyorum, nasıl yapsak, gitsek mi, kim kalkacak şimdi, üfff...Şehre Juliette Lewis geliyor. Bana bakar mısınız? Bir naz, bir niyaz... Ne yapalım, bir yandan şimdiki konser bolluğunda her şeye yetişemiyoruz; bir yandan da havamız batsın, bir havalar, bir havalar... "Yine gelir abi, ne olacak"lar falan.Nouvelle Vague'a gitmedik mesela geçen yıl. Bak, yine geliyorlar 9 Aralık'ta.Juliette'e gittik ama sonunda. Benim de içimde gitme yönünde his tomurcukları pıt pıt ediyordu ama ne yalan söyleyeyim sevgilim dedi: "Haydi!" Peki... Erkek ya, önce pek çaktırmadı bana ama "değişik" buluyormuş Juliette'i.O ne demek? Seksi mi? Hiç seksi değil ki!Ama evet, bir... Bir şey işte! "Gün Batımından Şafağa"daki, "Tuhaf Günler"deki oyunculuğu ve özellikle de "Katil Doğanlar"daki Mallory Knox karakteri düşünülürse, haksız değil adam, ne diyeyim.Şöyle diyeyim: "He's a bullshit king and he dwells in his cave / He'll tell you pretty things just to make you behave..." Ben en iyisi bunu çevirmeyeyim, kibarca duruma uyarlayayım: "Mağarasında yaşayan sevgilim-kral, hoş sözler ederek beni harekete geçirdi." Ve Juliette Lewis konserine götürdü.Kıskanç mıyım, neyim? Mağaramızdan çıktık... Oyuncu olarak "değişik", rock star olarak da boş değil hatun esasında. Müzikal olarak öyle pek abartmanın alemi yoktur belki ama -ben galiba kıskancım!- sahnedeki performansı, hatta suya uzanırkenki hali bile yeter. Gerçi ben ne anlarım, ortamdaki erkekler bö'le dediler.Son albümden "Hot Kiss"i, "Sticky Honey"yi ve yukarıda alıntı yaptığım "Bullshit King" i falan canlı canlı dinlemek, yani aslında izlemek iyiydi.En şahanesi ama, stage diving'di.Juliette Lewis kendini izleyicilerin üzerine attı. Seyirci dalgası üstünde sörf yaptı. Eller-kollar üstünde, elden ele-koldan kola geçirilerek mekanda bir tur dolandırıldı, sağ salim yine sahneye kadar taşındı. İyi cesaret. Rock'çıların yapmadıkları şey değil ama bir kadın Türk seyircisine güvensin de kendini atsın... Yılbaşında sokaklarda turistlere yapılanları bilmiyor galiba. Tabii konser seyircisi farklıdır ama... Benim yine de ödüm koptu. İndiriverecekler kadını yere, sonra da üstüne abanıp sıkıştıracaklar diye. Gelen dedikodulara göre ertesi gün Balat'tan geçerken de Papa trafiğine takılmış Juliette Lewis ve arabadan inip Çingene çocuklarla göbek atmış.Önceki albümünün adı "You're Speaking My Language" değil miydi? Bu parçayı biz de ona iade edelim. Kıskançlığın lüzumu yok, dilimizi konuşuyor kadın! Seyirci dalgasında sörf İstanbul, 2010'da Avrupa Kültür Başkenti olacak."Biraz geç olmadı mı?" diyenler var, "Avrupa'da, Avrupa Kültür Başkenti olmayan kent mi kaldı?" İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olması için AB'ye sunulan dosyada Aristo'nun evrenin dört temel unsuru olarak gösterdiği toprak, hava, su ve ateşten esinlenilmişti. Toprak, İstanbul'un kültürel zenginliğini yansıtan tarihi eserleri temsil ediyordu. Göğe yükselen minareler ve çan kulelerinin yansıttığı dini zenginlik, havaydı.Su ise İstanbul Boğazı ve Haliç... Ya ateş?Ateş de gençlik, teknoloji ve modern sanatlardı.90'larda işte bu ateş böyle canlı değildi.90'lara göre ateş artık daha harlı ama 2000'ler dünyasına göre İstanbul'un ateşi hâlâ biraz düşük, azıcık cılız denebilir.2010 iyidir. Toprak, hava, su, ateş... Efes Pilsen Blues Festival'in 17'ncisi de devam ediyor bu arada. 9 Kasım'da Samsun'da başladı; dün ve bu akşam da İstanbul'da. Organizasyonunu Pozitif 'in yaptığı festivale bu yıl Buckwheat Zydeco, Larry Garner&Band ve Michael Powers katılıyor.Larry Garner&Band ve Michael Powers'ı ben de bu akşam izleyeceğim. Eleştirilere bakılırsa Michael Powers eh'miş, Larry Garner&Band beğenilmiş.Buckwheat Zydeco 99'da Türkiye'ye gelmişti ama ben o zaman değil, geçen yılki Efes Pilsen Blues Festival'in Moskova ve St. Petersburg ayaklarında izlemiştim. Hatırlarım, iyi coşmuştuk. Buckwheat İstanbul'a geldi yine 2010'da dört Avrupa Kültür Başkenti'nden biri olacak olan İstanbul'un hallerini bir İngiliz gazeteci GQ'ya yazmış. Geçen hafta Sabah gazetesinde çıktı: "Sultanahmet ayak kokuyor."Kokuyor! Sultanahmet Camii'ne gittiğimde yaz mevsimiydi. İçeride duramadım kokudan. Burnun kokladığını -ibadete saygı gereği!- ben geçen hafta yazmayıp Sultanahmet'i topyekun yazıdan çıkarsam da elin İngilizi yazıyor işte.Bir şey daha ekleyeyim yeri gelmişken: Geçtim ayak kokusunu, haydi tıkayayım burnumu, bir de yerdeki o bakması ve basması zevksiz makine halıları... Çirkindi. Oysa Sultanahmet, Ayasofya kadar büyük değildir ama mimari olarak daha bile güzeldir. İnsanın şöyle doyasıya kalmak, durmak, bakmak istediği yerlerdendir. Bir yandan koku, bir yandan sadece ayağa değil, göze de değen ve iç mekanın büyüsünü bozan çirkin halılar.İnsan duramıyor ki içeride.Böyle bir güzelliğin bu derece çirkinleştirilmesi yazık değil mi? Evet, Sultanahmet ayak kokuyor

Yazarlar