Cumartesi İçimi sıkan bir yazı

İçimi sıkan bir yazı

16.06.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

İçimi sıkan bir yazı

İçimi sıkan bir yazı




1984 yılı yazıydı, kayınpederim Adnan Benk’le Bebek yokuşundan çıkıyoruz, bir takside. Şoför aynadan rahmetliye şöyle bir baktı, "Abi seni tanıdım, kışın yine benim arabama binmiştin, tam burada buzun üstünde kalmıştık. Sen de sormuştun ‘Bu araba ne?’ diye. Ben Murat 131 deyince ‘Oğlum bunun 100’ü gitmiş 31’i kalmış’ demiştin, hatırladın mı?" Size neyi çağrıştırdı?
Yaşasaydı, bu koalisyonun neyi gitti, neyi kaldı rahmetli şüphesiz daha iyi bilecekti. Bizlerin elinde ne kaldığına gelince, yazmayayım isterseniz.

"Ölümüne inat bir Ecevit" ve keşke hiç konuşmasaydı dedirten Bahçeli’den sonra son ümidimi de kaybettim. Buzları eritmeyen zirve sonrası, bir heves TV karşısına geçtim, MHP liderinin basın toplantısını izlemeye. "Elveda meyhaneci artık kalamıyorum" kararlılığında başlayan konuşma, "Hiç acelem yok" kıvamında bitince şüphelendim. Bu "ölçülü" beyanatın kefelerinde neler olduğunu anlayamasam da hayra alamet de değildi. Alternatif çoktu ama ya "kalite?" Galiba hepimiz için vakit, idam ve "Gereği düşünüldü" vaktidir arkadaşlar. Sayın Bülent Ecevit’e gelince, "tezgahı" kime devredeceğine henüz karar veremediğini görüyoruz. Belki, "Batan geminin malları bunlar!" deme ayrıcalığını kimselere bırakmak istemiyordur, kim bilir?
Hepimizi demokrasilere düşman etmekle ellerine ne geçti?
Oysa bir zamanlar demokrasi Ecevit’in ağzındaydı. Yine 1984’tü, Ankara Küçükesat’ta kahverengi, 4 katlı, mütevazı bir binada DSP çalışmalarına başlamıştı. Yöneticiler "kurucular kurulunu" özgür iradeleriyle seçtiklerini söylüyorlardı. Programları yılık Akdeniz modeli yerine disiplinli İskandinav politikasıydı. Üstelik bunu Türkiye’nin koşullarına uygulayacaklardı. Çalışandan yana, daha solda olunacak, mesela üreticinin elinden alınan kooperatifler iade edilecekti. Tarımda yine üreticiyle sanayileşmiş bir ortaklık hedefleriydi.
Lider seçimine gelince; hiç önemli değildi. Merkez sözcülerine göre "lider" sorunu yoktu, DSP’nin yapısı başkan boşluğuna yer bırakmayacak kadar sağlamdı. Zaten fikirsel olarak lider boşluğu söz konusu değildi. Kimsenin bu yönde bir ısrarı yoktu, olamazdı da.
"Peki sonra ne değişti de böyle oldu?" diyeceksiniz. Cevabı bu araziye sığmaz, onun için biz yine dönelim 1984’e ve Küçükesat’taki 4 katlı binaya. Çalışmalar büyük bir gizlilik içinde devam ediyordu. Mavi renkli, üzerinde güvercin bulunan kitapçığın hazırlanması da bu döneme rastlar. Adı "Çağrı" olan bu kitaplar, seçilen 20 bine yakın "öncüye" yollandı tek tek. Bu yüzden 4 personel ve gönüllülerden oluşan bir ekip akşamlara kadar pul yalamışlardı. Böylece güvercin uçuşa hazırdı. Bir nevi "Eagle has landed".
Oysa şimdi yıl 2002 ve güvercin artık yıprandı. Ve bu yıpranmanın bedelini artık bizler de paylaşıyoruz. 1984’te disiplinli, "sıkı ağızlı" politik tutumları hoşumuza gitmiş olabilir ama bunun ağır bir "evham"a dönüşebileceğini hesap etmemişiz. Ecevit’in "sol"u, onca acı deneyiminden sonra belki de strateji değiştirdi ama bizim oy verdiğimiz parti bu parti değildir.
AB’ye gelince... Dostu düşmanı, hiçbir şey bilmesek de katıldığımız Eurovision’dan biliyoruz. AB yaptırımları içinde, aleyhimize 45 maddenin olduğu listeden de haberimiz var. Üzerinde dayım da dahil yüzlerce askerin kanı bulunan Kıbrıs’ımız konusunda dönen dolabın da farkındayız. Şahsen Apo’yu değil asmak, son kocayla birlikte asit kazanlarına atmak istiyorum.
Ama artık çok geç beyler. Çünkü üzerinize afiyet -artık- biraz hamileyiz. Zamanında kendi potansiyelimizi bulup siyaseti ve ekonomiyi ciddiyetle üreten bir sistem kurabilseydik, mesela kendimize özgü bir rejim üretebilseydik... Uyandım ki ter içindeyim.