Cumartesi "İnci Küpeli Kız / Girl with a Pearl Earring"

"İnci Küpeli Kız / Girl with a Pearl Earring"

27.03.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Küçük kızlar ve anneleri için

İnci Küpeli Kız /  Girl with a Pearl Earring






Yönetmenlerden söz ederken hep sinema duygusuna değiniriz. Ama Peter Webber'da başka bir şey daha var: Sanat duygusu. Flaman ressamların en önemlilerinden
Jan Vermeer'in aynı adlı tablosundan esinlenen "İnci Küpeli Kız" romanının yazarı Tracy Chevalier'den mi kaynaklanıyor; yoksa bundan önceki çalışmaları arasında televizyon için yapılmış sanatçı biyografileri dikkat çeken Webber'in kendisinden mi bilemem. Ama sinema tarihinde ele aldığı dala ilişkin sanat duygusu bu kadar güçlü olan film sayısı bir elin parmaklarını geçmez ve çoğu da kıyıda köşede kalmış, geniş kitlelere ulaşamamıştır. Ama İstanbul Film Festivali sayesinde ayağımıza gelen iki tanesini hemen anmadan geçemeyeceğim: Charlie van Damme'ın "Le joueur de violon / Kemancı"sı, Bartabas'ın "Mazeppa"sı (ressam Gericault'nun hayatı).

Festivale layıktı, kaçırmayın
Ticaret gelişkin olduğu için sınıf ayrımının soydan çok paraya dayandığı, dinin ve püriten ahlakın kadınları pasifize ettiği 17'nci yüzyıl Hollanda'sında, bir genç kızın öyküsünü anlatıyor "İnci Küpeli Kız". Akıllı, yetenekli ve kişilikli bir kız Griet ama bu niteliklerini değerlendirebileceği bir alan yok. Kadınlar ya köle gibi çalışır ya da bir adamın süs bebeği karısı olur... Sıra dışı güzelliğinin de etkisiyle Griet'teki cevheri fark eden elbette bir sanatçı olacaktır. Kendini atölyesine kapatarak resim yapan ve bir tabloyu aylar süren bir çalışmadan sonra bitiren Vermeer, bakmayı ve görmeyi bilen Griet'i yetiştirmeye başlar. Evli bir erkekle bir hizmetçi arasındaki bu tehlikeli ilişki hem evdeki hem küçük Delft kentindeki dengeleri altüst etmek üzeredir. Hele Vermeer'in ailesini ona tablolar sipariş ederek "besleyen" hamisi Griet'e göz koyunca. Öte yandan birbirini anlayan ikili tutkularını resimle alevlendirdikten sonra ressam karısının, Griet de kasabın oğlu sevgilisinin kollarında yatıştırır.
Webber'in hassas dengeleri kurmada ve ayrıntıların önemini vurgulamadaki başarısı şapka çıkartılır düzeyde. Filmin görüntü ve sanat yönetimlerinin ne kadar iyi olduğunu söylemek kabalık olur, onların Webber'in yaratmaya özen gösterdiği sanat duygusunu yansıtmaya nasıl hizmet ettiğini yazıya dökmek de öyle. Griet ile Vermeer ilişkisini, ressamın bugüne ulaşan az sayıdaki tablolarına aracı kılmadaki yaratıcılık; sonra o tabloların yapımına katılan görsel gizem ve lirizm; bir yandan da döneme ait bilgileri öykünün içine incelikle yedirerek iki ana karakterin sahip olduğu sanatçı ruhun bugüne gelip geleceğe uzanacak kadar zaman ve uzam ötesi bir düzeyde bulunduğunu izleyiciye hissettirebilmek Webber'in hayran olunacak başarısı. Bir türlü telaffuz edilemeyen aşk ise Wong Kar Wai'nin "Aşk Zamanı"ndaki soyluluğa erişiyor. Bu haliyle "İnci Küpeli Kız" festival programına layıktı, sakın kaçırmayın.

Yönetmen: Peter Webber Oyuncular: Scarlett Johansson (Griet), Colin Firth (Vermeer), Tom Wilkinson (Var Ruijveen), Judy Parfitt (Maria), Cillian Murphy (Pieter), Essie Davies (Catharina) Görüntü: Eduardo Serra Senaryo: Olivia Hetreed Müzik: Alexandre Desplat

Sihirli Çin kurabiyesi yiyip birbirlerinin yerine geçen anne-kız üzerine kurulan komedi, öncelikle karakterlerle özdeşleşebilecek olan izleyicileri hedefliyor.
Yer değiştirme sihri, kendi hayatlarının telaşına dalmış ve gereksiz tartışmalarla birbirlerini yıpratan anne kıza iyi bir ders oluyor. "Ayı Kardeş" misali karşılarındakinin açısından dünyaya bakma şansına sahip oluyor ve daha sevgi dolu hale geliyorlar. Bu arada beden değişikliği çok önemli başka sorunlara yol açıyor ama bunlar 10 küsur yaşlarındaki kız çocuklarını eğlendirmeye yönelik mizahın malzemesi.

"Çılgın Cuma / Freaky Friday"
Yönetmen: Mark S. Waters Oyuncular: Jamie Lee Curtis (Tess), Lindsay Lohan (Anna), Mark Harmon (Ryan) Görüntü: Oliver Wood Senaryo: Heather Hach, Leslie Dixon Müzik: Rolfe Kent

"Elm Sokağı Kabusu" dizisinin Freddy Krueger'i unutulup gitmiş, kimsenin kabusuna giremiyor. Bu yüzden de "13. Cuma" dizisinin katili Jason Voorhees'i diriltip Elm Sokağı'na salıyor. Herkes kötü güçlerin geri geldiğini düşünürken ortada iki katilin birden olduğu dehşetle fark ediliyor...
Yönetmen ağırlığı kötü karakterleri yerine her zamanki gibi yeni yetme kurbanlara vermese daha ilginç bir film çıkabilirdi ortaya.

"Freddy Jason'a Karşı"
Yönetmen: Ronny Yu Oyuncular: Robert Englund (Freddy), Ken Kirzinger (Jason), Monica Keena (Lori), Kelly Rowland (Kia), Jason Ritter (Will) Görüntü: Fred Murphy Senaryo: Damian Shannon, Mark Swift Müzik: Graeme Revell

Bo ve Walt kalçalarından yapışık doğmuş ikizler. Ameliyat olmaları ise sakıncalı. Bir gün Walt hayattan sıkıldığını ve Hollywood'a gidip yıldız olmak istediğini söylüyor. Bo da teklifi kabul ediyor...
"Ah Mary, Vah Mary"da doruğa çıkan kendilerine özgü mizahı bir yana bırakan Farrelly biraderler hem hayranlarını düş kırıklığına uğratıyor hem de umulan performansı veremiyor.

"Takıldım Sana / Stuck on You"
Yönetmen / Senarist: Bobby&Peter Farrelly Oyuncular: Matt Damon, Greg Kinnear, Eva Mendes, Cher Görüntü: Daniel Mindel Müzik: Michael Andrews

1968 olayları fonunda Paris'teki aşk üçgeni, Bertolucci ve Adair'in yaşlanma alameti niteliğini taşıyor
Alberto Moravia "Can sıkıntısını gidermenin en iyi yolu erotizmdir" benzeri bir söz etmişti. Moravia ile genç yaşta tanışan ve onun sayesinde başyapıtı "Konformist"i çeken Bernardo Bertolucci'nin yaşı 64 oldu, artık canı eskisinden de çok sıkılıyor anlaşılan. Çünkü erotizmin sınırını aşmış. "Paris'te Son Tango"nun meşhur küvetini kanlı sularla (açıklaması filmde) doldurmuş. Özellikle "Postmodernci Kapıyı İki Kere Çalar"daki denemelerini sevdiğim Gilbert Adair de yaşı 60'a dayanırken 1968 olayları fonunda Paris'te yaşadıklarını öyle bir aktarmış ki "The Holy Innocents / Kutsal Masumlar"da, Bertolucci'ye ileri gidecek esini vermiş.
Adair'in gençliği olarak yorumlayabileceğimiz Matthew, Paris'te okuyan gözü açılmamış sığırcık yavrusu bir Amerikan genci. Dolgun, kırmızı dudaklı, dalgalı sarı saçlı, renkli gözlü. Rönesans cherub'ları (tombul küçük melekler) gibi cinsiyetsiz bir güzelliğe sahip. Kadına da erkeğe de hitap edebilir. Hatta annesiyle ilişkisi onun gay olabileceğini düşündürüyor.
Henri Langlois'nın yönettiği Sinematek'in müdavimleri arasına katılan Matthew'un başı, perdeden gelen imgelere ilk ulaşan olmak için en öne oturanlardan, radikal politik görüşlerden, entelektüel ortamdan dönüyor. Anneleri İngiliz, babaları Fransız esmer güzeli ikiz kardeşler Isabelle ve Theo ile arkadaş olmasıyla baş dönmesi yerini kalp ağrısına bırakıyor. Kırmızı bereli Isabelle'in filmlerden öğrenilmiş gizemli ve işveli tavırları, Theo'nun "devrimci"liği Matthew'u cezbediyor. İkizler hayatı koca bir oyun, filmler gibi uzun bir hayal olarak görüyor ve kendilerini izlemeye bayılıyor ama hem onları izleyecek hem de oyuna katılacak; her ikisinin de hoşlandığı üçüncü kişinin varlığı da onları heyecanlandırıyor. Böylece Matthew'u erotik bir serüvene sürüklüyorlar. Matthew onlarda kalmaya başlıyor, anne ve babaları uzun bir yolculuğa çıkınca çok odalı büyük burjuva apartman dairesi, çıplak dolaştıkları, yiyip içip oynaştıkları, müzik dinleyip ot çektikleri bir vaha olarak onlara kalıyor. Ancak ikizlerin adını koymadığı ensest ilişkisi Matthew'u rahatsız ediyor ve aralarındaki oyuna gerilim öğesi de katılıyor. Isabelle'e aşık olmaya başlayan Matthew ile Theo rakip erkekler konumuna geliyor ve aralarındaki politik tartışmalar da alevleniyor. Bu arada gerçek alevler Paris sokaklarını sarıyor.
Bu tuhaf ilişki 2000'li yıllar "Jules ve Jim"ı olamıyor ama. Sinir bozucu, tedirgin edici bir karanlık atmosfer var "Düşler, Tutkular&Suçlar"da. Kalabalık Türkçe ismine uygun bir dekadansı simgeliyor. Ama kesinlikle öykünün kahramanları açısından değil, yazar ve yönetmene dair bir iddia bu. Oyuncular belli ki büyük bir özenle seçilmiş. Buram buram gençlik, güzellik ve libido yayıyorlar ki herkesin arzuları kabarsın. Tüysüz, beyaz çıplaklıkları iç gıcıklasın ama onları hep ahlak dışı, hatta yer yer iğrenç görelim. Şahane planlarda doruğa çıkan bir estetiğin içinden dalga dalga "Bu işte bir yanlışlık var" protestosu yükselsin ve bizi de içine katsın. 1968 Paris'i sabit tiyatro dekoru gibi arkada kalsın.
Bertolucci kuşkusuz zamanımızın en iyi yönetmenlerinden biri ama ara sıra olmadık çıkışlar yapmaktan kendini alamıyor. "Küçük Buda" ile devasa, "Çalınan Güzellik" ile bir hayal kırıklığı yarattıktan sonra "Teslimiyet" ile tam eski günlerine döndü derken Paris'te üçlü tango çabaları ile yaşlı sefa düşkünü izlenimi vermenin ne alemi vardı?

"Düşler, Tutkular & Suçlar / The Dreamers"
Yönetmen: Bernardo Bertolucci Oyuncular: Michael Pitt (Matthew), Eva Green (Isabelle), Louis Garrel (Theo) Görüntü: Fabio Cianchetti Senarist: Gilbert Adair

Yazarlar