Cumartesi Kendisini ‘keşfeden’ babasının izinde

Kendisini ‘keşfeden’ babasının izinde

17.03.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nün bu seneki kazananı önümüzdeki hafta açıklanacak. Öz’ün oğlu Can Öz ve eşi Saime Öz: “Erdal yaşasaydı mutlaka basmak isteyeceği öyküleri beş yıldır ödüllendiriyoruz”

Kendisini ‘keşfeden’ babasının izinde

Sene ya 1995 ya 96. Lisedeyim, benimle aynı dönemde okumuş olanlar bilir: Boş ders diye bir şey var yani bazı günler saatlerce okulun içinde boş boş gezme lüksümüz mevcut. O gün boş dersimde edebiyat öğretmenimizin düzenlediği mini kitap fuarını geziyorum. Misafir yazarlar bir bir geliyor. Murathan Mungan, Hasan Pulur, Erdal Öz... Öğretmenimiz bizi rastgele gruplara ayırıyor. “Siz şu yazarı, siz de şunu takip edip sınıflara gidin” diye.
Erdal Öz önde, ben ve birkaç arkadaşım arkada yürüyoruz. Birkaç adım önümdeki bu ufak tefek, sevimli ve tok sesli adamın hayatımı değiştireceğinden haberim yok henüz. Lafı uzatmayayım: Erdal Öz o gün sınıfta “Gülünün Solduğu Akşam”, “Yaralısın”, “Kanayan” isimli kitaplarından bahsediyor. Hapishanede geçirdiği dönemi sanki eğlenceliymiş gibi bizi ürkütmeden ama merak etmemizi de sağlayarak anlatıyor.
Veda zamanı geldiğinde tüm kitaplarını imzalatıyorum. Sarılıyoruz. Bana “Bir gün yazarak hayatını kazanacaksın” diyor. O an için aklımda olmayan, becerebileceğime inanmadığım bir hayal, yazmak.
Aradan yıllar yıllar geçiyor. Erdal Öz’ü kaybediyoruz. Can Yayınevi’nin başına oğlu Can Öz geçiyor. Eşi Saime Öz ise çocuk kitaplarının basıldığı Can Çocuk’un başında ve ben yanlarına Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü konuşmak üzere gidiyorum. Kalbim yerinden çıkacak gibi.

Haberin Devamı

* Babanızın koltuğunda oturmak zor olsa gerek. Kendinizi onunla kıyaslıyor musunuz?

Saime Ö.: İzninizle buna ben cevap vermek istiyorum. Can yedi sene önce üniversitedeki eğitimini dondurmuş ve yayınevinde çalışmaya başlamıştı. İşe mutfağından girdi. Depoda çalıştı, ofisteki kütüphaneleri düzenledi. Tam bu noktada yayınevinin kurumsallaşması söz konusu oldu. Amatörce giden küçük bir yapıyken altı kat büyüdük. Bu çalışmalara önayak olan da Can’dı. Erdal biraz daha pasif olmaya başlamıştı o dönemde. Yorgundu, yetişemiyordu.
İki yıl sonra da onu kaybettik. Yani Can, Erdal’ın koltuğuna oturmadan bu işlerin içindeydi, hazırdı.
Can Ö.: Babamla rekabet etmem, edemem zaten. Yapabileceğim tek şey mezarına çiçek koymaktır. Yayınevine sahip çıkarak da bunu yapıyorum zaten. Her şey bir anda gelişti. Bir gün telefon çaldı: “Can bey, babanızı kaybettik.” Aklımda annem, kız kardeşim, diğerleri... Ben kendimi bırakırsam herkes bırakacaktı. Dik durmam lazımdı. Ertesi sabah yayınevinde toplantıdaydım. Birkaç ay robot gibi devam ettim, hangi koltukta oturduğumu düşünemedim bile.

* Nasıl bir baba-oğuldunuz?

Can Ö.: Ergenlikte epey ters düştüğümüzü anımsıyorum. Hatta ben evden kaçıp Ankara’ya gittim, bir dönem garsonluk bile yaptım. Sonra yine çok iyiydik. Babam çok özeldi. Mesela bir kavgamızdan sonra geldi benden özür diledi. Kalakaldım. Üzerine düşündükçe canım acıdı ve ben bu defa gidip önünde diz çöktüm, ondan özür diledim. Esas yakınlaşmamız ben Amerika’dayken oldu. Mesafeden herhalde.
Saime Ö.: Hayır sen öyküler yazmaya başladın. Ben onları babana gösterip “Genç bir yazar keşfettim çok başarılı” dedim. Öykülere bayıldı. Yazanın oğlu olduğunu duyunca da çok sevindi ve mektuplaşmaya başladınız.
Can Ö: Saklıyorum o mektupları. Hayata ve
yazarlığa dair öğütler verirdi. Bana en çok verdiği öğüt ise “Mütevazı ol” idi.

* Saime hanım Erdal bey ile aşkınız dillere destandır. Nasıl tanıştınız?

Saime Ö.: 1968 yılıydı galiba, Ankara’da bir arkadaşımızın evinde karşılaştık. Erdal şiiri çok seven, iyi de şiir okuyan bir insandı. Konuşurken konu Nazım Hikmet’e geldi, ben de Nazım’ın “Saman Sarısı” şiirini hiç bilmiyorum. Erdal okumaya başladı ve müthiş okudu. Ben Erdal kadar güzel şiir okuyan birini tanımadım zaten. Şiir bittiğinde, iki taraf da epey kaptırmıştı. Sonra o İstanbul’a döndü. “Ben de hiçbir kitabını okumamıştım, aradım buldum, “Kanayan” ve “Yaralısın” kitaplarını aldım. Sonra bir bahane bulduk ve Kumkapı’da bir meyhaneye gittik. Beş saat konuştuk, bir ay sonra evlenme teklif etti . Çok tutkulu bir ilişkiydi bizimki. Bir kere boşandık sonra yeniden bir araya geldik. Çok çalkantı yaşadık, birbirimizi çok da hırpaladık ama son anına kadar çok büyük bir sevgi vardı aramızda. Ben bir gün sıkılmadım Erdal’dan. 30 yıl her akşam eve gelişini heyecanla bekledim. O benim en iyi arkadaşımdı.

Haberin Devamı

Can Öz: “Okuyucu sayısı arttı ama okunan eserin kalitesi düştü”

Haberin Devamı

* Erdal Öz Edebiyat Ödülü bu yıl 5’inci kez verilecek. Ödülün kriteri ne?

Can Öz: 25 Mart günü basın toplantısı yapıp kazananı açıklayacağız. Seçici kurulumuz yedi kişiden oluşuyor. Kuruldaki kişiler yıl içinde üçer aday belirliyorlar. Bu adayların kitapları kurula dağıtılıyor. Hepsi okunuyor ve oylamaya gidiliyor. Bugüne kadar ödül alanların hepsi babamın kitaplarını yayımlamaktan mutluluk duyacağı isimlerdi. Türkiye’de ne yazık ki çok fazla edebiyat eleştirmeni yok. Ama bizim kurulumuz her yıl değişiyor.
Üyelerden biri kurula veda ediyor ve alttan yeni bir isim geliyor. Geçen yıllarda Cevat Çapan, Jale Parla, Tahsin Yücel, Doğan Hızlan veda etti mesela.

* Türkiye’deki kitap satış oranları ne durumda? “Kimse kitap okumuyor” klişesi doğru mu?

Can Ö.: Türkiye’de okuma oranı artıyor ama okunan eserin kalitesi artmıyor. Edebiyatın önüne ambalaj kitaplar geçti. Çoğu yayınevi ayakta kalabilmek için bu kitapları basmak zorunda.
Biz de yapıyoruz. Dengeyi korumak için çok okunacağını bildiğimiz kitapları da basıyoruz.

* E-kitaplar, tabletler yayınevleri için tehlike mi?

Can Ö.: Kitap hiçbir zaman ölmez. Çocuk
kitabı gibi fazla görseli olanlarda e-kitap rakip olabilir ama klasiklerde insanların basılı kitaptan vazgeçmeyeceği ortada.