Cumartesi Kokmuş bu dünya

Kokmuş bu dünya

05.03.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kim dünyayı gerçekte olduğu gibi algılamak ister ki...

Kokmuş bu dünya

tubakyol@yahoo.com Önce tabii aynaya baktım. İrkildim. Ben böyle miydim? "Çok yakıştı" dedi babam. Babam böyle mi görünüyordu? Tüm renkler aniden keskin hatların içine hapsoldu. Artık ağaçlar bazı yerlerine kahverengi yayılmış yeşil değildiler; yaprakları yeşil ve dalları kahverengiydi. Çok acayipti.Şimdi gözlerim lasik'li. Miyop ameliyatı geçirdim yani. Size bir şey diyeyim mi: Eğer gündelik hayatı devam ettirmek için gözlüğe ya da lense muhtaç olmasaydım; şekilleri ve renkleri yayık, bulanık dünyamdan asla vazgeçmezdim.Bazı ünlü ressamlar yeteneklerinin yanı sıra bozuk gözlerinden de ilham almışlardır.Tüh, ressamlık kariyerime daha başlamadan veda ettim. Aslında farkındaydım, yine de direndim. Gözlük takmak istemiyordum. Kim ister ki? 13 yaşında falandım, mecbur kaldım. Ve ilk gözlüğümü taktım. Yıllar sonra bir gün tek kulağında yüzde bilmemkaç duyma kaybı olan bir arkadaşımla işitme cihazı almaya gittik. Cihazı takar takmaz yüzü acıyla, endişeyle karıştı.İşitme cihazını aldığımız yerin İstiklal Caddesi üstünde olduğu düşünülürse... Farkında değiliz ama çok gürültülü bir dünyada yaşıyoruz. "Yakında seslere alışırsın" dedim. "N'olur bağırma" dedi. Bağırmıyordum.Arkadaşım işitme cihazını takmayı reddetti, kendi sessiz dünyasını tercih etti.Valla bağırmamıştım. Ama benim sesimi bilen bilir; işitme cihazına alışmaya çalışan birinin duyduğu ilk sesin benimki olması, cihazdan vazgeçmek için yeterli sebeptir. "N'olur bağırma" Ve koku...Yine yıllar evvel iş için bir hafta kadar bir köyde kalmam gerekiyordu. Toprağın, çiçeklerin ama en çok da ineklerin, sütün, peynirin o keskin kokusu...Ne çok koku vardı.Bu insanlar bunca koku arasında yaşamaya nasıl alışmışlardı?Bir hafta sonra İstanbul'a döndüğümde, tuhaf şey, kokuları almaya devam ediyordum. Nasıl olduysa olmuş, bana bir şey olmuştu.Çok korktum.En nihayetinde hayvan olduğumuzu bilmiyor değilim. Ama hayatımda ilk kez hayvan olduğumu idrak ettim diyebilirim.Böyle hassas bir burna sahipken, insanları onlarla konuşarak tanımaya çalışmak öyle gereksiz ki... Kokluyorsunuz.Bazı kimselerle asla yakın olamayacağınızı çünkü böyle kokan birinin asla uzun süre yakınında duramayacağınızı anında anlıyorsunuz.Fakat bu yeteneği kullanacak halde değildim. Az kalsın ko(r)kudan ölecektim.Eğer "Vampirle Görüşme"yi o sıralar okumuş olsaydım aynaya koşup boynumda vampirin bıraktığı diş izlerini arar, güneşten sakınarak vampire dönüşmeyi beklerdim.Nitekim tüm günü evde uyuyarak geçirmeye başladım.Meğer hamilelikte normalmiş bunlar, ben nereden bileyim?* * *"Çoğumuz dünyayı gerçekten olduğu gibi gördüğümüzü varsayarız" demiş mühim biri.Ben ne dünyayı, ne dünyada olup bitenleri gerçekte olduğu gibi görmediğimize eminim.Ama ben dünyayı gerçekte olduğu gibi görmek isteyeceğimizden de şüpheliyim.Önce "Hannibal Doğuyor" girdi vizyona, sonra "Koku: Bir Katilin Hikayesi"...Filmleri izlerken, kokular değil ama kokuların hatırası geldi de burnuma... Bir yere girdiğimde, bir insanla tanıştığımda, artık ben aynı şiddetle algılamıyor olsam da, biliyorum -kokuyor!Dünya kokuyor. Çok kokuyor; diyorum size. Kokmuş bu dünya! Ko(r)kudan öleceğim Bugün normal bir insanın görme duyusunu kullanma oranı yüzde 84.2'ymiş. Gelecekte yüzde 54'e düşeceği söyleniyor. Duyma oranı 12.1'den yüzde 20'ye çıkacakmış.En çarpıcı gelişme koklamada. Bugün yüzde 1.9. Gelecekte yüzde 17 olacakmış. Kaç kat artıyor? Çok kat!Gelecekte herkes bir Dr. Lecter, bir Jean Baptiste Grenouille mi olacak yoksa? Yamyamlar, seri katiller...Markalar korkmuyor, aksine, şimdiden koku duyusuna hitap etmeye başladılar bile: Chrysler'in tüm arabalarında aynı koku kullanılıyor. Ford'lar kokuyor. Toyota'lar kokuyor. Singapore Airlines'ın tüm uçuş ekibi aynı parfümü kullanıyor. Tabii uçağa da bu parfümden bol bol sıkılıyor. Markalar canilerden korkmuyor, kokuyor Eskiden İngiltere'de genç erkekler etkilemek istedikleri bir kadınla dansa başlamadan önce gömleklerinin içinden koltukaltlarına temiz bir mendil yerleştirirlermiş. Sonra bu mendili çıkarıp, baştan çıkarmak istedikleri kadını serinletmek için sözde, burnuna burnuna sallarlarmış.Avusturya'daysa bu kez kadınlar danstan önce koltukaltlarına bir dilim elma koyarlarmış. Eğer erkeği baştan çıkarmak istiyorlarsa, müzik bittiğinde bu elmayı koltualtlarından çıkarıp erkeğe uzatırlarmış, yesin diye.Şimdi tabii deodaranlar vesaire, biz bu pek etkileyici oldukları rivayet edilen kokuları kullanarak tavlayamıyoruz birbirimizi.Yine de deneyebiliriz, manyak, sapık vesaire olduğumuzun zannedilmesi dışında bir manimiz yok.Uzakdoğulular ne yapsın?Korelilerin yarısından çoğunun koltukaltında koku salan bezler yokmuş. Japonların yüzde 90'ının koltukaltları kokmuyormuş. Ve Çinlilerde bu oran 97-98'miş. Baştan çıkarma aracı: Koltukaltı kokulu elma Reklam aslında ama bir ara internette dolanıyordu bu fotoğraf. "Para için her şeyi yaparım", "Yoksa sen hâlâ işinden mi şikayet ediyorsun?" gibi başlıklarla... Resimdeki kadının yaptığı değilse de yaşadığı devir yanlış. Eskiden olsa belki ama bu devirde hayatının erkeğini böyle bulamayacak. Bu devirde bu iş "23" vizyona girdi. Ben bu "23" meselesini, ta 2003'te, David Beckham'ın Real Madrid'de 23 numaralı formayı aldığında yazmıştım. İlke'ye (Gürsoy) hatırlattım; "Biz zaten biliyoruz senin bu tür şeylerde iyi koku aldığını" diye avuttu beni.Alıyorum almasına da... Fazla mı erken alıyorum, nedir? Depresyondayım. manik depresif köşe