Cumartesi “Kürt sorunuyla ilgili kitap yazmakta geciktim”

“Kürt sorunuyla ilgili kitap yazmakta geciktim”

30.04.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

Murathan Mungan bir kitabına “başyapıtım” dediyse bir duralım. Ona göre alalım elimize “Şairin Romanı”nı... O gözle okuyalım.

“Kürt sorunuyla ilgili kitap yazmakta geciktim”

15 yılda yazılmış bu roman. Sayfalarda ilerledikçe nedenini anlıyorsunuz. İçinde çok emek, çok ter, çok birikim var. Bir yazarın 40’larında “Tamam oldu” diyeceği bir roman değil. Ne anlatıyor derseniz; yolculuk, kimlik ve yer değiştirme, aşk, aşkın nefrete dönüşmesi, ikizlik, öteki, gölge, cinayet... Bunları sayabilirim. Ama “Şairin Romanı”nı anlatmış olamam. Çünkü bambaşka bir dilin, bambaşka bir gezegenin, bambaşka bir yaşamın romanı bu...
Zamanın yavaş aktığı, okurundan da dinmesini bekleyen bir roman. İlerledikçe iç gerilim yükseliyor. Sürprizi de bol... İnce ince işlenmiş bir kitap. 582. sayfayı da çevirip bitirince “Yine de hızlı yazmış” bile diyebilirsiniz.

*“Şairin Romanı”nı ilk okuyanlar kimlerdi?

Önce Bülent Somay okudu, hatta henüz bitmemişti roman. Bittikten sonra gönderdiklerim psikiyatr Engin Geçtan, Sevin Okyay, Hüseyin Boysan, mimar Cem Sorguç, bir de iyi bir polisiye okuru olan doktor Haşmet Pamuk.

* Yayımlanmadan önce okutup nabız mı yokluyorsunuz?

Bir kere cicilerini göstermeyi seven çocuk yanım var. İçeride dosyalarım var, onları gören kim beni yazar olarak ciddiye alır ki? 14 yaşında oğlan çocuğu dosyaları... Kırtasiyeyi çok seviyorum. Hayat boyu sınıfın çalışkan öğrencisi olmamla da çok örtüşen bir şey. Hâlâ defteri, kalemi, silgisiyle çalışan çocuğum bir yanıyla.

* Sınıfın çalışkan öğrencisi miydiniz?

Hep iyi öğrenciydim. İnek talebe değildim ama. Okuldan eve gelir gelmez ödevimi yapardım ki sokağa çıkayım. Hep hayatı önceden ödeyenlerdenim. Bu ne yazık ki meslek hayatımda da bir kader oldu; önce ödedik, sonra yaşadık diyelim.

* 15 yılda yazdığınız kitabın ne kadar sürede okunmasını talep ediyorsunuz?

Bu kitap için okurlara salık verdiğim şey şu. Bir nehirde kürek çekiyorsunuz, tadını çıkartın. Aheste, etrafa bakarak, derin nefes alarak, suyun, havanın, kıyının tadına vararak... Çünkü nehir bir süre sonra hızlanacak, hazır olmanız gerekiyor. Duymak istediğim şey, ne kadar zamanda okunduğu değil de nasıl bir duyguyla okunduğu... Şu ana kadar aldığım tepkilere bakarsak, kitabın ödülünü erken aldım. Bir tiyatrocu ahbabım dedi ki, “Şu yaşadığımız hızdan, gürültüden sonra kitabın dünyası bana çok iyi geliyor”. Başkalarından da bunu duydum. Kitabın yavaşlığı, günün hızından serseme dönmüş okura çok iyi geldi. Ben istemeden bir ihtiyaca dokunmuşum. Bütün yorumlar buradan geliyor; sükunet, huzur...

* 15 yıl bitmeyen romanla nasıl yaşadınız?

İçerde duran dosyaları bir görsen... Çıkardıklarım da oldu, son aşamada birkaç tane cümle düzeyinde eklediklerim de oldu. Bu kitabın en zor tarafı, defalarca okuduğunda kitapla olan ilişkin... Nefret ediyorsun artık sonuna doğru. Bir kitap yazarken içini ikna etmek çok önemli. Aceleye getirilmeyecek bir kitap olduğunu biliyorsun. Bir işin kendi ömrüne müsaade etmek gerek. Kitabın silueti ortaya çıktıktan sonra tempon hızlanıyor. Hele tünelin ucunu görüyorsan her şeyi bırakıp buna kapanıyorsun.

* Bu romanı yazarken kendinize dair çok şey öğrenmişsiniz.

Evet. Kitabın bir noktasında şuna uyandım: Bir tür yaşlılığa güzelleme bu roman. Her şeyin gençlik fetişizmine dönüştüğü bir dönemde, insan doğasını kendi aksına geri çağırıyorum. Ben de dinç kalmayı, sağlıklı olmayı elbette çok önemsiyorum. Ama adeta bir ideolojiye dönüştü bu. Farkında olarak ya da olmayarak, bu romanla kendimi yaşlılığa hazırlamışım.

“Çok sayıda estetik ameliyat geçirenlere diyorum ki: Tabiatla bu kadar çok didişilmez”

* Yaşlanmaktan memnun musunuz, şikayetçi mi?

Valla memnun da olsan şikayetçi de, çaresi yok. Ben çok estetik operasyon geçirenlere de söylüyorum, tabiatla bu kadar didişilmez. Maddenin doğasını kabul etmek lazım. Genç ve güzel kızların, her zaman beğenilmiş, yakışıklı erkeklerin yaş alması kolay değildir. Sokağa çıktığında beş kişi dönüp bakıyordur; o dörde düşer, üçe düşer... Bir süre sonra fark edilmeden yanından geçilip gidilir. Bunlar esasında hazmetme yıllarıdır.
(Tamamı Milliyet Sanat’ın mayıs sayısında)

“Bundan sonra ‘Paranın Cinleri’nin devamı gelecek”


* Yaptığınız söyleşilerde beni en çok etkileyen şu oldu; hissettiğiniz tek eksiklik bir kardeşmiş.

Bu kitapta çok fark ettim bunu. İnsan gençken daha kendiyle dolu oluyor ve hayat onu oyalıyor. Ama belli yaşlar geldiğinde bir abi olarak kardeşine vereceğin şefkatinin sende kilitli kalmış olduğunu hissediyorsun.

* Sizinki almak değil vermek üzerine kurulu bir eksiklik o halde...

Tabii ki onun sevgisi de var. Bu vermek-almak konusu da zaman zaman düşündüğüm bir şeydir: Bana deli gibi âşık olup karşılık veremediğim insanlar beni çok üzmüştür. Tersi olmasını tercih ederim. Ben onu taşıyabilirim ama karşı tarafa benden kaynaklanan bir üzüntüyü yaşatmak daha ağır geliyor. Bu benim martir yanım mı bilmiyorum. Ben baş ederim ama o ne yapacak?

“En büyük çıkışı ilk kitabıyla yapanların işleri çok zor”

* Romanda diyorsunuz ki “Bazı şairler 40’ında, 50’sinde ulaşmaları gereken olgunluktaki şiirlerini 20’li yaşlarında verdiklerinde hayatlarının geri kalanı zor geçer”. Edebiyatta hayatın tersine mi işliyor zaman?

En büyük çıkışı ilk kitabıyla yapanları düşün... Zor bir iş. İkinci perde biraz zor geçer onlar için. Bana “Şairin Romanı’ndan sonra ne çıkacak?” diyenler, “Peki şimdi ne yapacaksın?” demek istiyorlar aslında. Benim cevabım çok net. Bu kitaptan sonra ne çıkarsa bir kıyaslama yaratacaktır. Benim bunun aksını kaydırmam gerekiyor. “Harita Metod Defteri” gelecek, “Paranın Cinleri”nin devamı, bir özgeçmiş.


“Savaş biter, tarihle hesaplaşmanı edebiyat yoluyla yaparsın”


* Bendag’a bir asker diyor ki: “Savaş, bizi kim olduğumuzu bilmediğimiz insanlar haline getirir”. Bundan yola çıkıp 30 yıldır Güneydoğu’da yaşananları nasıl değerlendirirsiniz?

Şu anda masamın altında duran onlarca gazete balyası, bu konuda yazacağım iki kitabın malzemesi. Gazeteler çok yazdı, televizyonlar çok gösterdi; ama yazacağım romana zaman kalmalı. İnsanlarda iz bırakan bir belge olmalı. Kendimi gecikmiş hissediyorum, bugüne kadar yapmalıydım diyorum. Ama bir yandan da ben içimde yaşayan birkaç kişinin hakkını vermeye çalışıyorum. Bir oraya bir buraya koşturuyorum. Zaman alıyor bunlar. Ama ayrıntılar çalışıyorum. Kurgusu önemli. İki kitap malzemesi yıllardır kendini biriktiriyor.

* Doğrudan Kürt meselesiyle mi ilgili bu kitaplar?

Tabii. Bir tanesi, 995 Kilometre. “Murathan ‘95”te vardır zaten. Diğer kitabın bir parçasını Notos Öykü dergisinde yayımladım, “Orman Cini”. Bunun yüreğe oturan bir şey olması lazım, bir gün önüme çekeceğim.

* Kaç yıldır biriktiriyorsunuz bu malzemeyi?

1990’lardan beri. Özgür Gündem, Özgür Ülke... Bir kere 1991-92’ye çok yoğunlaştım. O savaş biter, 50 sene geçer ama roman durur. Tarihle hesaplaşmanı edebiyat yoluyla böyle yaparsın. Hep form arıyorum, edebiyat içi bir şey. Bu konudaki duruşum kimsede kuşku uyandırmıyor. Bir de senaryom var, bayağı da ilerledim onda. Yapımcılarla da görüştüm hatta. Üç kadın ama aksiyon filmi... Şahane bir jenerik yazdığımı düşünüyorum.

Murathan Mungan:

“Kitabın yavaşlığı, günün hızından serseme dönmüş okura çok iyi geldi.”