Cumartesi “Leyla Gencer’e âşık olmuştum”

“Leyla Gencer’e âşık olmuştum”

28.04.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Asude Karayavuz İtalya’nın ünlü operası La Scala’da defalarca sahneye çıktı. Sanat hayatının başında oyuncu olmak isteyen mezzosoprano, yaşam öyküsünden çok etkilenip dinlediği Leyla Gencer’e âşık olduğunu ve onun etkisiyle operayı seçtiğini söylüyor.

“Leyla Gencer’e âşık olmuştum”

‘Operanın bağırmak olmadığını anlatmalıyız’

Haberin Devamı

Bu yıl öykü dalında verilen Aydın Doğan ödül töreninin çok konuşulan isimlerinden biriydi Asude Karayavuz. 2007’de La Scala’da uzmanlık yapmaya hak kazanan 11 kişiden biri olan bu genç sanatçı törende seslendirdiği aryalarla izleyenleri kendisine hayran bıraktı. Müzik yolculuğu Leyla Gencer’in hayatını anlatan bir kitabı okuduktan sonra başlayan Karayavuz sonradan Leyla Gencer adına düzenlenen yarışmada finale kalacak ve Gencer’in Gürer Aykal’a emanet ettiği iki kişiden biri olacaktı. Selim İleri’nin ödül aldığı törenin hemen ertesinde buluşuyorum 29 yaşındaki mezzosopranoyla. Çocukken annesine usul usul şarkılar söylediği günlerden dünyanın en önemli sahnelerinde binlerce kişinin önünde en zorlu eserleri başarıyla seslendirdiği günlere geliş öyküsünü dinliyorum.

Haberin Devamı

“Leyla Gencer’e âşık olmuştum”

“Yaz başında İspanya, İtalya ve belki de Türkiye’de katılacağım konserler var.
Yaz sonu Buenos Aires’te ve Almanya’da temsillerim olacak.”

* Nasıl başladınız bu sanat dalıyla ilgilenmeye?

Dedem konservatuvarın ilk mezunlarından, bir numaralı diplomanın sahibi. Ben o öldükten sonra doğdum ama bana çok anlatıldı. Annemin hayran olduğu biriydi. Ben başta oyuncu olmak istiyordum. Sonra bir kitapla bakış açım değişti. O da Leyla Gencer‘in hayatının anlatıldığı, Zeynep Oral’ın yazdığı kitaptır. Birdenbire dedim ki; “Ben şarkı söylemeyi de seviyorum”. Leyla Gencer’in CD’lerini almaya başladım. Gerçekten ona âşık oldum.

* Hayatınızı da değiştiren Leyla Gencer yarışması olmuş galiba... Neler hissettiniz hayatınızı değiştiren kişinin yarışmasına hazırlanırken?

“Acaba yapabilir miyim?” diye biraz düşündüm. “Yapabilirim” dedim. Zaten Leyla Gencer’in beni dinleyebilme ihtimali aldı götürdü beni. Başvurdum. Finale kadar geldim. 220 kişi içinden son yedi kişiye kaldım. Bir Türk arkadaşım daha vardı, Simge (Büyükedes). Leyla hanım bizi sonradan öğrendiğimize göre Gürer hocaya (Aykal) emanet etmiş. Bunu Leyla hocayı tanıyanlardan öğrendik. Gürer hoca her zaman hocalığını bize hissettirdi.

“La Scala’ya ‘Figaro’nun Düğünü’nü ile başladım”

* La Scala deneyimizden biraz bahsedelim...

Akademiden mezun olduğum sırada temsillerimiz oluyordu La Scala’da. “Figaro’nun Düğünü” operasındaki Cherubino rolü ile debüt yaptım. Çok müthiş bir tecrübe. La Scala sahnesine en son 2009’da çıktım. Sonra La Scala Akademi orkestrası ile birlikte Lozan’da Pergolesi’nin ‘Stabat Mater’ eserinde alto soloyu seslendirdim.

* Akademiden sonra profesyonel hayata geçişiniz nasıl oldu?

Akademi bittikten sonra ekonomik sorunlar baş göstermeye başladı. O dönemde Aydın Doğan Vakfı işin içine girdi. Daha önce bırakın bir şancıya, müzisyene bile verilmemiş bir burs verdiler. Vakfın kapısını çalıp onlara bir dosya götürdüm. Beni dinlediler ve bana inandılar. Onların katkısıyla bir 1,5 yıl kadar daha orada kalabildim. Ondan sonra kendi paramı kazanmaya başladım.

* Sizi en çok hangi temsil heyecanlandırdı?

Riccardo Muti’nin bir odisyonuna gittim. İlk elemeyi geçtim. İkinci elemede Riccardo Muti’nin karşısındaydım. Benim için bir hayal daha gerçekleşmişti. Muti’nin temsilinde altı başrol vardı. Hepsi İtalyandı. Tek ben yabancıydım ve Türktüm.

* Şu an nerede yaşıyorsunuz?

Milano’da. Üç arkadaşla birlikte kalıyorum. Biri Simge. Bir İtalyan piyanist arkadaşımız var. Bir de yine İtalyan, tıp okuyan genç bir arkadaşımız var. Simge’yle büyük bir odayı paylaşıyoruz ama birbirimizi hiç göremiyoruz. Ben geliyorum o yurtdışına bir yerlere gitmiş oluyor, o geliyor, ben gidiyorum. Evde olduğumuzda durmadan yemek yapıyoruz.

Haberin Devamı

“İlk İtalyanca cümlemi kurduğumda arkadaşlarım alkışlamışlardı”

Haberin Devamı

* Milano’ya hiç İtalyanca bilmeden gittim. Dört-beş ay gibi zorlu bir süreçten sonra öğrendim. Akademinin hocaları bize ders verdiler. İtalyan arkadaşlarımız da vardı. İlk İtalyanca cümlemi kurduğumda herkes alkışlamıştı (gülüyor). Şimdi gayet iyi konuşuyorum.
* Leyla hoca vefat ettiğinde Simge ile Milano’daki evimizdeydik. Leyla hoca ölümünden iki-üç ay öncesine kadar akademiye gelip bizi dinlemeyi, derslerini ve tavsiyelerini sürdürdü. Öldüğünde bu dünyadan inandığım, bana inandığına inandığım, kalbini sesinde taşıyan muhteşem bir ismin gözümüzün önünden uçuşuna çok üzüldüm. Kilisedeki törende Signora Freni elimi tuttu, gözlerimizin içine baktı bizi teselli etmek için... Leyla hocanın isminin değdiği bir özgeçmişin sorumluluğunu hep hissediyorum.
* Peruğum düştü bir seferinde. Yere kendimi atıp ağlamam gereken bir sahne vardı. Peruk düşmüş, ben görmüyorum ama bir boşluk hissediyorum tabii. Arkama geldi bir arkadaşım. Atıldı. Kimseye fark ettirmeden peruğu yapıştırdı ve kimse anlamadı. Bıyık düşmeleri, ayak kaymaları, kapı kolu kırmaları... Bu tip şeyler çok oluyor.
* Dünyanın başka ülkelerinde de herkes her gün operaya gitmiyor. Ama yurtdışında bu işten para kazanılıyor. Festivaller var. Basın ilgi gösteriyor. Avrupa tiyatrolarında bu bir endüstri, sadece sanat değil. Operanın bağırmak olmadığını insanlara doğru yollardan anlatmak gerekiyor. “Sadece Aida operasıyla ya da bir Wagner operasıyla severler” diye düşünmemek lazım.