Cumartesi Modanın esiri de olmayın, düşmanı da

Modanın esiri de olmayın, düşmanı da

14.10.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Modanın esiri de olmayın, düşmanı da

malphan@milliyet.com.tr Buna rağmen moda endüstrisinin yaratıcılığa olan inancı çok büyük. Kanuni tedbirlerin yetersizliğine rağmen moda markaları her sezon yaratıcılık döngüsüne inanılmaz miktarda para yatırıyor ve her geçen yıl büyük kârlar elde ediyor. Moda sektörünün oyuncuları için ölçü, bir türetme şekli, yeni kombinasyonlar, eski tarzların dirilişi ve ayırıcılık. Balenciaga'dan Chanel'e, Lagerfeld'den Gucci ve Tom Ford'a kadar farklı nesillerden tasarımcılar önceden çizilen yolları öğreniyor, benimsiyor ve bugüne uyarlıyor. Birçokları modayı önemsiz ve kısa ömürlü bir şey gibi görüyor ama modanın ekonomik açıdan önemi ve kültürel etkisi çok büyük. Şüphesiz moda endüstrisi marka isimlerini ve logolarını, lisans anlaşmalarını saldırgan bir tutumla koruyor. Ancak çoğunlukla giysilerin esas yaratıcı tasarımı kimseye ait olmuyor. Bir Hollywood yıldızının kırmızı halıda giydiği bir elbise hemen taklit edilip alışveriş merkezlerinde yerini alabiliyor. Efsanevi tasarımcı Coco Chanel şöyle demiş: "Moda sadece giysilerde var olan bir şey değil; moda soluduğumuz havadaki bir şey. Bir rüzgardır moda; geldiğini hissedersiniz, kokusunu duyarsınız... Havada, sokakta; moda fikirlerle, yaşam tarzımızla, olan bitenle ilgilidir."İşte bugünlerde Avrupa'nın moda başkentlerinden birine giderseniz bu kokunun havada ve sokakta çok keskin olduğunu göreceksiniz. Geçtiğimiz hafta ben bu kokuyu soludum ve modadan nasibimi aldım. Önce içinde barındırdığı sonsuz seçenekten dolayı alışveriş cenneti, fiyatlardan dolayı da alışveriş cehennemi diyebileceğimiz Londra'daydım. Sonra da Paris Moda Haftası'nın sonunu yakaladım. Biz burada daha kışın modasını gözlemlemeye, sindirmeye ve nihayet uygulamaya geçerken önümüzdeki yazın koleksiyonlarının izleyiciye sunulduğu Avrupa'nın bu iki moda başkentinde "sokaktaki adam" kış modasını harfi harfine uygulamaya başlamış bile. Paris dönüşünde uçakta modadan bihaber bir kadının ünlü bir moda dergisindeki maceralarını anlatan "Şeytan Marka Giyer" adlı film oynatıldı. Filmi vasat buldum ama öyle bir sahne var ki, "Moda beni hiç ilgilendirmiyor. Dünyada açlık, savaş vs. varken moda da ne?" diye düşünenlere adeta ders verir nitelikte. Derginin memnun edilmesi süper zor editörü, styling yaptıkları esnada giysilere "zımbırtı" diyen asistana ağzının payını veriyor:"Zımbırtı mı? Burada yaptığımız işin seninle hiç ilgisi olmadığını düşünüyorsun, değil mi? Dolabını açıyor ve şu salaş mavi kazağı seçiyorsun çünkü dünyaya kendini sırtına geçirdiğin şeyi umursamayacak kadar ciddiye aldığını anlatmak istiyorsun.Ama bilmediğin bir şey var ki, bu süveter sadece mavi değil. Gök mavisi. 2002'de Oscar de la Renta'nın gök mavisi elbiselerden oluşan bir koleksiyon hazırladığını bilmediğin de çok açık. Ve sonrasında sekiz tasarımcının koleksiyonunda gök mavisi giysiler yer aldı. Bu ürünler çok katlı mağazalarda yerini aldı. Sonra da senin ucuzluk kovasından çekip aldığın bir dükkana kadar düştü.Ancak bu mavi milyonlarca doları ve sayısız işi temsil ediyor. Bu odadaki insanlar tarafından birçok 'zımbırtının' arasından seçilen bir süveteri giyerken seni moda endüstrisinin dışında tutan bir seçim yaptığını düşünmen gerçekten çok komik." Kimilerimiz ne kadar reddetse de, moda hepimizin hayatının bir parçası. Çok aşağı görmemek ya da çok yüceltmemekte fayda var. Havada moda kokusu Şu sıralar kadınların ayağındaki ayakkabıların yürümek için değil, bir yere uzanmak için tasarlanmış gibi bir hali var. O kadar yüksek ve parlaklar yani! Porno filmlerden fırlamış gibiler. En iddialıları topuklu rugan ayakkabılar ve ahşap platformlar. Ayakkabı bot diye tabir edilen model kesinlikle bu sezonun yıldızlarından biri. Bence bunlar kadının bacağını çirkin, bileklerini kalın gösteriyor ama moda oldu ya, herkes bir tane edinecek kuşkusuz. Ah şu topuklar... Londra şüphesiz moda anlamında en yaratıcı şehir. Hemen herkes giyimine bir yaratıcılık katmayı başarıyor. Bir de "İngilizler giyinmeyi bilmez" derler! Belki bilmemek daha iyi; böylece kendi tarzlarını yaratabiliyorlar.Evet ilk bakışta, şehrin sokaklarında neredeyse bütün kadınlar şunları giyiyor: Dapdar jean'ler, tayt, mini etek, varis ve selülit gibi kusurları örten opak çoraplar ve Robin Hood ayakkabıları.Çok fazla bir seçenek yok ama Türkiye'nin aksine burada aynı malzemeyle birbirinden farklı kombinasyonlar yaratılabiliyor. Herkes birbirinden farklı. Kimi taytı mini eteğinin altına giyiyor, kimi tüniğin, kimi jean'inin, kimi şortunun altına, kimi de olduğu gibi...Liste böyle uzuyor. Taytlar rengarenk, desenli, inceli, kalınlı, çorap formunda, yün... Türkler vaktiyle taytı en çok benimseyen toplumlardan biri olmuştu ama aslında bu yılın modası olan ne tayt ne de dapdar jean'ler Türk kadınına uygun.Modanın en klasik tanımını yapanlar "kendine yakışanı giy" derler. Kabul edelim, Türk kadınının bacak boyu uzun değildir ve kalçaları geniştir. Dar kotlar uzun, taytlar ise ince bacaklılara yakışıyor. Yani ikisi de bize olmaz. Gelin biz Londra modasını fazla benimsemeyelim. Londra: Yaratıcılığın kenti Antonio Marras'ın tasarımcılığını üstlendiği Kenzo defilesi bir karnaval tadındaydı. Defile salonundaki platform çölden getirilen kumlarla hazırlanmış. Defile en güzel elbisesini giyerek sevgilisini bekleyen bir kadını anlatıyordu. Pembe, mavi, yeşil, beyaz ve siyah koleksiyonun ana renkleri.Puantiyeler, çizgiler, geometrik desenler ve pullar her yerde. Tasarımlarda bariz bir 60'lar etkisi hissediliyor. Rengarenk bir koleksiyon Paris'ten izlenimler Moda haftalarının her birinin bir kimliği olduğu düşünülürse -New York ticari, Londra deneysel, Milano trendlerin yönlendirdiği- o zaman Paris tarz sahibi ve tasarımcıların estetiğe ve geleneğe olan sevgilerini ortaya koydukları bir yer olmalı.John Galliano, Karl Lagerfeld, Balenciaga, Vivienne Westwood ve Dior gibi moda devlerinin koleksiyonlarını sergilemeyi tercih ettiği Paris Moda Haftası, moda çevrelerinin bütün bir yıl boyunca beklediği bir etkinlik. Defilelerin yapıldığı mekanlar konser salonlarını andırıyor. Kimi defileleri binin üzerinde insan izliyor. Bunlar daha çok bir konser edasında gerçekleşiyor.Benim gittiğim defilelerin hepsi en az 45 dakika geç başladı. İnsan haliyle sıkılıyor. Konserler daha eğlenceli, emin olun, en azından bir ön grup falan çıkıyor. Paris: Devlerin sahnesi Paris'e şu sıralar yolunuz düşerse mutlaka Palais Royal'e uğrayın. Vintage dükkanlarının, tasarım butiklerin bulunduğu meydanda bir de Marc Jacobs mağazası var. Moda Haftası sırasında bu mağazanın içi ana baba günüydü. Bir çantanın binlerce avroya satıldığı bir markanın dükkanının dolup taştığını görünce şaşırıyor insan. Meğer nedeni 20 dolara satılan tişörtlermiş. Cilt kanseri konusundaki farkındalığı artırmak için Marc Jacobs ve bir grup ünlü işbirliği yapıp bu tişörtlere imza atmış. 20 dolara Marc Jacobs tişörtü Paris Moda Haftası'ndaki defilelerin yarısından çoğunda makyaj MAC ürünleriyle yapılıyor. Önümüzdeki sezonun makyaj trendlerinden bazıları şöyle:Önümüzdeki yaz bronz ten yerine açık ten modası var.Göz kapaklarına önce krem göz farı üzerine de pırıltılı cila sürülüyor. Yanaklarda krem allık kullanılıyor. Fondöten neredeyse hiç kullanılmıyor. Kaşlar ise kalınlığını koruyor. Göz farlarında parlak lila, yeşil, mavi ve gümüş gibi iddialı renkler öne çıkıyor. Rimel kullanılmıyor. Yanaklara krem allık sürülüyor. Gözler ve kaşlar dikkat çekecek

Yazarlar