Cumartesi Nil FM, Açıkhava Tiyatrosunda yayında

Nil FM, Açıkhava Tiyatrosunda yayında

28.08.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Nil Karaibrahimgil İstanbuldaki ilk büyük konserini 8 Eylülde Harbiye Açıkhava Tiyatrosunda verecek. "Sahneye, dünyada ilk defa, bir radyo kuracağız; sahneden radyo yayını yapacağız" diyor Nil. "Bir telefonu olacak o radyonun. Konser, sanki radyoda bir program dinliyormuşsunuz gibi olacak"

Nil FM, Açıkhava Tiyatrosunda yayında

Oysa röportaj boyunca gayet insani tepkiler veriyor. Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosunda 8 Eylül gecesi vereceği konserden bahsederken bariz biçimde heyecanlanıyor. Masaya oturur oturmaz, az evvel Açıkhava sahnesini böyle gündüz gözüyle, bomboş görmenin onda yarattığı etkiyi falan anlatmaya başlıyor. Yabancısı olduğu mekanlar ona önce çok büyük gelirmiş ama sonra küçülürmüş, bize öyle olmaz mıymış, ona hep öyle olurmuş... Ben panikle kayıt cihazının düğmesine basınca, bu kez kendi heyecanına, benim onun sözlerini yakalama gayretime bol bol gülüyor. Zaten hep gülüyor, çok gülüyor; öyle böyle değil kahkahalarla gülüyor. Açıkhava konserinde sahneye Nil FM kuracaklarmış, izleyicilere bir telefon numarası verilecekmiş, herkes tıpkı radyoyu arar gibi orayı arayacakmış... Bunu anlatıyor. Sonra "Ya kimse aramazsa" diyor, azıcık susuyor, yine gülmeye başlıyor. "Kimse aramazsa sen ararsın" diyor. Ararım vallahi, ne yapayım?Fotoğrafları çekilirken o daracık merdivenlerde zıp zıp zıplıyor. Ben bile korkuyorum. "Dikkat et nolur, düşeceksin!" diye bağırıyorum yukarıya doğru. O da bir yandan zıplamaya devam ederken aşağıya sesleniyor: "Dublör istiyorum." Sonra kollarını iki yana açıp poz verirken de bağırıyor: "Beni seven Açıkhavaya gelsin!"İşte tüm bu gerçek, samimi ve çok insani hallerine rağmen Nil sanki bu dünyadan biri değilmiş gibi... Yarın sabah tüm gazetelerde Nil Karaibrahimgilin uzaylı olduğu "belgelerle" kanıtlansa, sanki hiç kimse pek şaşırmazmış gibi... O kadar kendi dünyasında yaşıyor ve o dünyada -elbette kimi zaman üzülüyordur, mutlaka ağladığında da tıpkı kahkahalarla güldüğü gibi hıçkırıklarla ağlıyordur falan ama- o kadar mutlu ki. Nil uzaylı" dedi bir arkadaşım. Bu tespiti bana hiç saçma gelmedi. Hakikaten sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi Nil Karaibrahimgil. "Olayın nasıl gelişeceği seyircinin elinde; radyo tiyatrosu olarak biz kendimizi açıyoruz onlara" Bu benim İstanbuldaki ilk büyük konserim. Beklenti de var benden, onu da biliyorum. Ben de zaten beklenti olmasa da, bir şey yapmak isterim mutlaka. Ve şu geldi aklıma: "Nil FM" ya benim albümün adı. Açıkhavada sahneye, dünyada ilk defa, bir radyo kuracağız; sahneden radyo yayını yapacağız. O gün sadece orada verilecek bir numarayla... Eee, her şeyi de anlatmak istemiyorum, birazı da sürpriz kalsın. Bir telefonu olacak o radyonun. Konser, sanki bildiğiniz, radyoda bir program dinliyormuşsunuz gibi olacak. Nasıl bir gösteri hazırladınız Açıkhava için? Siz çıkıp sadece şarkı söyleyip sahneden inecek birine benzemiyorsunuz... Evet evet. Bir radyoda aklınıza gelen ne varsa; radyo tiyatrosu mudur, istek şarkı mıdır, konuk mudur, bir programa bağlanıp bir şey mi sorarsın... Hepsi olacak. Biz o gün sahneye gerçek bir Nil FM kuracağız. Biz o gün sahnede 21-22 kişi olacağız. Dinleyiciler şarkı isteyebilecek mi? O çok zor bir şey. Ben bir dönem araştırdım onu ama gerek yok. Kolay bir şey de değil. Bir frekans alıp, bir şirket kurup radyo yayını başlatmanın meşakkatli bir iş olduğuna karar verdim. Bu konserden sonra da artık gerçek bir Nil FM kurun bari. Bir sürü fikir var kafamda. Onların arasında gidip geliyorum. Mesela Hüseyin Çağlayan burada şu anda. Demin onunla konuştum. Ya gidip hakikaten çok beğendiğim bir kıyafeti alacağım. Onu da burada bulabileceğimi zannetmiyorum. Ya da ben oturup kendim düşünüp, çizip bir şeyler yapacağım. Ama bir yandan da kıyafet o kadar önemli değil. Diyelim ki hiçbir şey almadım, hiçbir şey de dikilmedi; benim gardırobumdan her halükarda bir şeyleri birleştirip de kendi beğeneceğim bir şekilde sahneye çıkabilirim. Asıl önemli olan müzik. Ne zaman kıyafetti, dekordu düşünmeye başladığımı görsem, kendimi dizginleyip müziğe dönüyorum. Kıyafet belli mi? Evet, öyle bir köşe var. O köşede çok sevdiğim şarkıları coverlayacağım. Evde yarım yamalak kaydettiğim şeyleri de o köşede çalacağım. Cover da yapacak mısınız? Hayır, olayın nasıl gelişeceği seyircinin elinde. Bir radyo programı olarak biz kendimizi açıyoruz onlara. Sahnede bir radyo DJi olacak. Kim arayacak, ne diyecek; öyle bir hazırlığımız yok. Tamamen interaktif. Arayacak olanları tanımıyoruz, bilmiyoruz şu anda. Kimse aramazsa... Sen falan ararsın yani, di mi? Bir de istek parçaları söyleyeceksiniz. Ya klasik Türk sanat müziği parçası isterse biri? Kimin ne zaman yayına bağlanacağı, ne isteyeceği önceden belli olacak mı? "Beni dinleyen birine soruyorum, köşe yazılarımdan haberi yok" Köşe güzel gidiyor. Ben neden Hürriyet Kelebekte yazı yazmayı kabul ettim, biliyor musun? Çünkü küçükken Kelebek okuyordum. Gerçekten çocukluğumda yeri olan bir ek o. Kelebek yeniden çıkacağı zaman, reklam için bir şarkı yaptım. Onlar da "Yazı yazmak ister misin?" dediler. İsterim dedim. Ortaokuldan beri sürekli yazıyorum. Kompozisyonlardı, şunlardı bunlardı falan, şarkı yapmaya başlayınca bir şekilde koptum ondan. Oturup da kendi kendime bir şey yazdığım olmuştur ama yılda kaç keredir? Kelebekte şimdi şöyle bir şey oluyor. Her cuma ben bir şey yazacağım. Her cuma... Bir şey... Bir de köşeniz var sizin. O nasıl gidiyor? Bence bu zaman alan bir şey. Aa o köşede Nil yazıyormuş, Nilin yazıları da böyleymiş deyip takip edilir hale gelmek zaman alacak. Bazen sinirlerim bozuluyor. Beni dinleyen, çok seven birine soruyorum. Haberi yok. Kendime "Gerçekten hiç kimse okumuyor olabilir mi?" diye soruyorum. Mesaj geliyor falan, oradan biliyorsun okunduğunu ama mesela kardeşim okumuyor. Okurdan gelen tepkiler nasıl? Nil Karaibrahimgil kaç zamandır televizyonda dönen klibinde üstünde bir bikiniyle "Bronzlaşmak istiyorum" diyor ya, bakıyorum hiç bronzlaşamamış. Hani bu yaz bronzlaşacaktı? "Dikkat edersen orada k yok" deyip şarkıyı söylemeye başlıyor: "Ben bu yaz bronzlaşmaaaa..."Sonra anlatıyor: "Benim yanmam çok uzun plan-program gerektiren bir şey. Çok beyaz tenli olduğum için... Azmetmek lazım. İlk gün 30 koruma faktörlü güneş kremi süreceğim, 15 dakika güneşte kalacağım. İkinci gün, atıyorum 20 süreceğim, 20 dakika kalacağım. Çok iş yaaa." Ama bir yaz uğraşmış. Birkaç arkadaş azmetmişler. Ellerinde güneşte kalma sürelerini gösteren bir zaman çizelgesi ile; yağlar bunlardır, yüze sürülecek olan şudur, omza sürülecek olan budur diye..."O yaz hakikaten rengim biraz döndü" diyor. "Ama çok büyük eziyet. Kim uğraşacak her yaz bununla? Bu halim de yanmış halim. Bak, çillerim çıktı. Sen beni bir de yaz başında ilk kez plaja indiğimde bir görsen. Oh ooo... Hele ailece plaja indiğimizde herkes dehşetle bize bakıyor: Addams Family (Addams Ailesi)... Çok beyazız. Korkunç!" "Beni bir de yaz başında ilk kez plaja indiğimde görün. Hele ailece plaja indiğimizde herkes dehşetle bize bakıyor: Addams Ailesi gibi çok beyazız. Korkunç!"