Uluslararası medya, objektiflerini ABD ile savaşın eşiğine gelen İran'a çevirdi. Associated Press (AP) haber ajansı, 'Acı sostan rujlara, ABD ürünleri İran'a sızıyor' başlığıyla bir haber geçti. Haberde, başkent Tahran'daki popüler restoranların menülerine yer verildi. Müşteriler Coca-Cola içiyor, masalarda Heinz ketçaplar var ve Tabasco sosları servis ediliyor. ABD İran'a geniş çaplı yaptırımlar uygulasa da, ürünleri her yerde. Yiyecekler, filmler, şarkılar ve kıyafetler. AP'nin haberinde Sizin için ABD'den getirilen yiyeceklerle İslam Cumhuriyeti'ndeki akşam yemeğine hoşgeldiniz cümlesi göze çarpıyor. Tahran sokaklarında sık sık 'ABD'ye ölüm' sloganları atılsa da görünüşe göre İranlı gençler ABD ürünlerinden vazgeçmiyor. Tahran Üniversitesi öğrencisi Ahmed Rıza, iki arkadaşıyla birlikte Amerikan meşrubatı içiyor. 21 yaşındaki Rıza, Amerikan hayat tarzı oldukça çekici diyor. Aynı restorandaki masalarda oturanlar yine ABD sigaraları içiyor. AP, Coca-Cola'nın İran'daki içecek sektöründe yüzde 28'lik bir paya sahip olduğunu bildiriyor. Pepsi'nin payı ise yüzde 20'yi buluyor. Başkent Tahran'daki bir marketin rafları. Tahran'ın kuzeyinde bir grup müzisyen hafta sonu etkinliğinde şehrin en büyük üst geçidinde çalıyor. Tabiat adlı dev yaya geçidinde müzisyenlere ilgi hayli yüksek. BBC ise, İran'a girebilen az sayıdaki yabancı medya kuruluşundan biri oldu. İranlılar, ABD Başkanı Donald Trump'ın geçen yıl nükleer anlaşmadan çıkmasına ve ülkeye uyguladığı yaptırımlara öfkelerini dile getiriyor. BBC muhabiri Martin Patience, kameraman Nik Millard ve prodüktör Cara Swift ile gittiği Tahran ve kutsal şehir Kum'da, tırmanan krizle ilgili İranlılarla konuştu. BBC ekibinin İran'dayken yaptığı çekimler, diğer tüm yabancı medya kuruluşları gibi yetkililerin kontrolündeydi. Ekiplere tüm seyahatleri boyunca hükümetten bir temsilci eşlik etti. Bunaltıcı sıcak yaz aylarına rağmen, İran'ın başkentini çevreleyen Elburz Dağları'nın tepelerinde hala karlar görülüyor. Tahran'ın varlıklı bölgeleri, sıcaklardan ve yaklaşık dokuz milyon kişinin yaşadığı bu şehirdeki hava kirliliğinden uzakta nefes almayı sağlayan dağların yamaçlarına uzanıyor. Hafta sonları, genci yaşlısıyla birçok İranlı sırt çantalarını alıp şehri arkalarında bırakarak patikaların izini sürüyor. Ama bu temiz dağların tepelerinde bile ABD yaptırımlarından kaçmanın yolu yok. Acısını kim çekmiyor ki? diyor İranlı bir erkek. Belindeki tırmanma kancasını gösteriyor söylediğini kanıtlamak ister gibi. Kanca, geçen yıla kıyasla şimdi dört kat daha pahalı. Donald Trump, İran ile altı ülke arasında 2015 yılında yapılan nükleer anlaşmadan, geçen sene tek taraflı ayrılıp Tahran'a yeniden yaptırım uygulamaya başladı. ABD Başkanı önceki anlaşmanın İran'a çok cömert davrandığını, ülkeye balistik füze geliştirebilmesi için hareket alanı sağlayıp Orta Doğu'ya karışmasını kolaylaştırdığını söyledi. Trump, İran'ı yeniden müzakere masasına dönmeye zorlamak için 'maksimum baskı' uygulamak istiyor. İran'da yaşayanlar ve hükümet ise öfkeli. Tahran, ABD tarafından ihanete uğradığını, hala anlaşmaya destek veren İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Avrupa ülkeleri tarafından da yalnız bırakıldığını düşünüyor. Amerika'nın kararı, burada başından beri Washington'a güvenilmemesi gerektiğini söyleyen şahinleri de güçlendirdi. ABD'ye (ve İngiltere'ye) karşı güvensizlik İran'da giderek derinleşiyor. Biz İranlılar çok uzun bir tarihe sahibiz ve her zaman zorluklara karşı göğüs gereriz diyor Hadi. Doğa yürüyüşüne çıkanlara hizmet eden küçük kafelerden birini işletiyor. Kafesi yarı inşaat halinde. Çatısı bir muşambayla örtülü. Çay içmeye, kiraz, kayısı, karpuz yemeye davet ediyor beni. Hadi, Amerikalıların yaptırım uygulayarak, İran'da bir isyan başlayacağını ve hükümetin de taviz vermekten başka seçeneği kalmayacağını düşündüklerini söylüyor. Ama aksine, yaptırımların ülke genelinde hem liberalleri hem de muhafazakârları birleştirdiğini söylüyor: Burada bizim ulusal birliğimiz var, durum ne kadar zor olursa, halk da o kadar birlik oluyor. Dağların sisli eteklerine uzanan Tahran'ın güney mahalleri yaptırımların en ağır hissedildiği bölgeler. Dar geçitler ve üst üste yığılı evlerin olduğu bir labirenti andıran bu bölgeler, İran'ın işçi sınıfının yaşadığı mahalleler. Yaptırımlardan önce de sınırlarda yaşayan halkın büyük bir kısmı, geçen seneden beri uçurumun eşiğinde. Gıda fiyatları iki katın üstünde, ekonomi birçoklarını sıkıntıya sokmuş, iş bulmakta, geçimlerini sağlamakta zorlanıyorlar. Kıyafet katlayarak günde 2 dolar kazanan üç çocuk annesi Zohreh Farzaneh Donald Trump bize zarar vererek ne kazanıyor anlamıyorum diyor. Yaptırımların ailesini yoksulluğa sürüklediğini söyleyen Farzaneh, artık et alacak veya astım rahatsızlığı için solunum cihazı alacak parası olmadığını söylüyor. Farzaneh, en azından günde bir öğün yemek yiyebilmesi için 11 yaşındaki oğlunu yardım vakfına gönderiyor. Yardım istemek zorunda kalmanın kendisini düşürdüğü durum ise artık acı veriyor. Bir parça ekmek peynirimiz olduğu için Allah'a şükrediyoruz. En azından İran'da huzur var, savaş yok diyor Farzaneh. İran'daki 10 günlük seyahatim boyunca konuştuğum hiç kimse, ABD ile bir savaş çıkma ihtimaline inanmıyor. ABD'nin, Umman Körfezi'ndeki petrol tankerlerine saldırıdan İran'ı sorumlu tutması ve İran'ın Hürmüz Boğazı'nda ABD'ye ait bir insansız hava aracını vurmasıyla tırmanan gerilime rağmen... İran'ın eski Dışişleri Bakanı Yardımcısı Hüseyin Şeyhülislam, savaşın iki ülkenin de çıkarına olmadığını söylüyor: Savaş çıkmayacak. Tabi birinin hata yapma ihtimali var. Ama biz savaş istemiyoruz. Trump'ın da savaşın kendi çıkarına olmadığını anladığına inanıyorum çünkü bize savaş ilan etmek Amerikan askerlerinin ölmesi demek. Washington'da cenaze töreni düzenlemeye hazır değil. Dağlarda patikaları tırmanırken berrak suların aktığı bir dereden geçerken, arkadaşlarıyla doğa yürüyüşüne çıkmış Nasim adında genç bir kadınla karşılaştım. ABD Başkanı Trump hakkında ne düşündüğünü sordum. Kahkaha attı. Ellerini iki yana açıp ne diyeceğini bilemediğini söyledi. Ama daha sonra söylediği beni şaşırttı: Belki de bir savaş çıkması bizim için daha iyi bile olabilir. Savaş çıkmasını kim ister ki? diye sordum. Yanıtı şu oldu: Yönetim sistemimizde değişikliğe neden olabilir. Daha iyi bir duruma götürebilir. Ama bir iç savaşa neden olacaksa o zaman hayır, hiç iyi olmaz. 2009 yılındaki tartışmalı seçimlerde Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad seçildiğinde, Nasim gibiler protesto için sokaklara dökülmüştü. O tarihten bu yana ev hapsinde olan muhalif cumhurbaşkanı adaylarından Mir Hüseyin Musavi'nin kullandığı yeşil renginden yola çıkılarak gösteriler için 'Yeşil Devrim' denmişti. Yetkililer göstericilere sert müdahale etmiş, İran'da güçlü bir muhalif hareket bulunmadığında diretmişlerdi. Ama burası, birçok siyasi görüşün olduğu bir ülke. Tutucu dindar muhafazakârların yanı sıra liberaller de var. Ve muhtemelen İran'da dikkatleri üzerlerine çekmek istemeyen bir çoğunluk da var. ABD Başkanı Trump da bu bölünmeleri kendi çıkarına kullanabileceğine inanıyor. Şüphesiz ki bu ülke, muhafazakarların kontrolünde. Ama İran, Amerika ile karşı karşıya geldiğinde, muhafazakâr ya da liberal, İranlıların çoğu için öncelik kendi ülkeleri.