Ege 22 Temmuz'dan geriye kalanlar

22 Temmuz'dan geriye kalanlar

29.07.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

22 Temmuzdan geriye kalanlar

Her seçimin sevinenleri vardır, bir de üzülenleri... Ama bir sonraki dönemde rüzgar nereden eser bilinmez. Bu süreci şöyle bir gözden geçirdiÇimde şu ayrıntılar aklımda kaldı.* * *1-) "İthal aday istemiyoruz" tartışmaları hatırlatıldıÇında Genel Başkanlar 22 Temmuz'u örnek gösterecektir. Demokrat Parti, Necip Kalkan'ın da gazete ilanlarında kullandıÇı gibi "Yüzde 100 İzmirli" adaylarla seçime gitti. Işılay Saygın gibi İzmir siyasetine damgasını vurmuş önemli bir ismi liste başı yaptı. Yine iki dönem belediye başkanlıÇı yapmış; bana göre merkez saÇın partiler üstü ismi olan Burhan Özfatura'yı diÇer bölgenin başına koydu. Emin Dinleten kampanya sürecinde deÇil, son iki yıldır gösterdiÇi olaÇanüstü performansla alkışı en fazla hak eden kişi oldu. Necip Kalkan için söyleyecek söz bulamıyorum. Zaten 15 yıldır Meclis'e hazırlanan bir siyasetçi... Kalkan ister Ankara'ya gitsin, isterse gitmesin İzmirliler için o "gönüllerin bakanı, gönüllerin meclis başkanı"dır. Fatih Dalan da müthiş bir çalışma örneÇi gösterdi. Dikkat ederseniz; Dalan gittiÇi her yere geniş bir grupla gitti. Genç ve dinamik bir ekip, kampanya boyunca birlikte hareket etti. Köy köy, ilçe ilçe dolaştılar. GeleceÇe dönük yeni bir program ortaya koydular, hayal ettikleri İzmir'i, Türkiye'yi anlatmaya çalıştılar. Bence Demokrat Parti'nin tüm adayları üzerlerine düşen görevi eksiksiz yerine getirdi. Peki sonuç niye böyle oldu, "ithal aday" olmayan tek parti Demokrat Parti, neden Genç Parti'nin bile gerisine düştü? İşte bu soruların cevabını net ve doÇru vermemiz gerekiyor. Aksi halde sonraki seçimler, benzer tablolar ortaya çıkaracaktır. * * *2-) İthal adayı olmayan, isimleri İzmir siyaseti için birer marka olan Demokrat Parti listelerinin Türkiye genelinden farklı bir sonuç alamaması, "parti rozeti ya da teşkilat fetişizmi"nin de yok olması anlamına mı geliyor? Yani "parti teşkilatı çalışmadı" diye eleştiri bombardımanına tutulan CHP İzmir'in alınan sonuçlarda günahı yok mu? Gerçek olan şu ki; Türkiye'de bir rüzgar esmiyorsa kişisel gayretlerle seçim kazanılmıyor. Hem gözlemlerim hem de adayların anlattıklarından yola çıkarak çok açık şunları söyleyebilirim.AKP teşkilatı, İzmir'de diÇer partilere göre çok daha disiplinli bir çalışmanın içine girdi. Seçim yılı olan 2007'de deÇil, 3 Kasım 2002'den bu yana bu programı uyguladı. CHP'nin oy aldıÇı kıyı kesimin aksine kentin varoşları adeta tarandı, halkla temas kuruldu ve kendileri kabul etmeseler de "sadaka kültürü"nün etkisiyle de başarılı oldular. Kömüre ve erzak paketine ihtiyacı olmayan kesim dışında AKP'yi tercih eden seçmenin de tek kaygısı vardı o da istikrarın bozulması. CHP örgütünün çalışmadıÇını biz deÇil milletvekili adayları bizzat itiraf ettiler. Teşkilatsız, bireysel çalışmalar CHP'nin İzmir'de bile hayal kırıklıÇına uÇramasını saÇladı. Bir yazımda da deÇinmiştim, CHP'de bütün yük Genel Başkan Deniz Baykal'ın üzerindeydi. Alınan sonuçlarda teşkilatların büyük suçu vardır. Bir de Baykal'ın "seçim öncesi il başkanı atayarak kimseyi kırmayayım" düşüncesi İzmir'de geri tepmiştir. CHP'lilerin kabul etmesi gereken bir detay daha var. O da Mehmet Ali Susam'ın çabası. İkinci bölgede alınan bir fazla milletvekilinin nedeni Susam'dır.MHP'yi de İzmir'de başarılı kabul etmek gerekir. Üç büyük şehir içinde en fazla burada artırmıştır. Ve il örgütü, adaylarına tam destek vermiştir. Demokrat Parti'nin ithal adayı yoktu, listesindeki isimler İzmir için birer markaydı ama parti örgütünde moral yoktu. Sonuçta bireysel çırpınışlar esen rüzgara karşı gelememiştir.* * *3) Genel başkanlar İzmir'e her geldiklerinde listelerde genç, ismi yıpranmamış, siyasette yeni yüzlere yer vereceklerinin sözünü verdiler. Ama hiçbiri bu çizilen profile uygun adaylara yer vermedi. Bu, İzmir'de hayal kırıklıÇı yarattı. 2009 yerel seçimlerinde yenilik arayışı devam edecektir. Seçmenin mesajı çok nettir. Siyaset, yeni isimler ve yeni vizyonlar beklemektedir. Her zaman söylüyorum, siyaset uzun bir maraton... Bunu baştan kabul etmeyen politikaya adım atmamalı. Yorumlarını büyük beÇeniyle dinlediÇim keman sanatçısı Itzhak Perlman 18 Kasım 1995'te New York'taki Lincoln Center'da konser vermek üzere sahneye çıkar. Çocukluk çaÇında geçirdiÇi çocuk felci nedeniyle her iki bacaÇına taktıÇı destekleyici ateller ve koltuk deÇneklerinin yardımıyla yürür, sandalyesine oturur, bacaklarındaki atellerin klipslerini açar, bir ayaÇını geriye, diÇerini öne uzatır. Kemanını alarak, çenesinin altına koyar, orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar.Daha ilk notalarda kemanın tellerinden birinin kopmasıyla seyirciler irkilir; çünkü onlara göre Perlman'ın yeniden ayaÇa kalkması, atellerini takması, koltuk deÇnekleri ile yürümesi, yeni bir keman bulması veya yeni bir tel takması gereklidir. Ama Perlman öyle yapmaz. Bir dakika kadar bekler, gözlerini kapar ve sonra şefe yeniden başlaması için işaret verir. Ve daha önce hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çalar. BitirdiÇinde olaÇanüstü bir sessizliÇin ardından seyirciler büyük bir tezahüratla ayakta alkışlarlar sanatçıyı. Perlman gülümser, terini siler, sessiz, güçlü, dingin bir tonla şöyle der:"Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir, elinde kalanlarla daha ne kadar müzik yapabileceÇini bulmak..."* * *DoÇruluÇunu araştırdıÇım, özetlediÇim öykünün 10 Şubat 2001 tarihli The Houston Chronicle gazetesinde yayımlandıÇını, ayrıca biraz farkla (tel konserin ortasında kopuyor) Rabbi Wayne Dossick adlı yazarın 1999 tarihli bir kitabında da yer aldıÇını; ancak konserin ayın 18'inde deÇil, 20'sinde gerçekleştiÇini ve 22 Kasım tarihli The New York Times gazetesinde çıkan eleştiride keman telinin kopmasından bahsedilmediÇini öÇrendim. Öykü doÇru olmasa bile kesin olan şu ki engelli olmasına karşın Itzhak Perlman dünyanın gelmiş geçmiş en büyük keman sanatçılarından biri olmayı başarmıştır ve bundan çıkarılacak birçok ders vardır. Engelli kardeşlerimizin içlerindeki potansiyeli keşfedip, çok çalışmaları halinde nerelere ulaşabileceklerini göstermesi gibi.* * *Bugünlerde umutsuzluÇa düşenlere 1919 yılının koşullarını ve Atatürk'ün elindeki tek teli kalmış kemanla kusursuz biçimde seslendirdiÇi "Kurtuluş ve Aydınlanma Senfonisi"ni hatırlatmak isterim. Atatürk'ün ilke ve devrimlerini koruyabilmek için öncelikle umutsuzluÇa düşmemeli, elimizde kalanlarla neler yapabileceÇimizi düşünmeli, örgütlenmeli, nesnel bir özeleştiri yaparak nerelerde yanlış yaptıÇımızı bulmalı, ardından düzeltmek için her zamankinden daha çok çalışmalıyız. Son günlerde CHP ve Deniz Baykal'a yönlendirilen yoÇun eleştirilerin hiç kimseye yarar saÇlamayacaÇı kanısındayım. Zülfü Livaneli'nin yazısı bana İzmir'deki muhteşem Cumhuriyet Mitingi sırasında yaşanan tek tatsız olayı, konser sırasında ses sistemi arızalanınca Livaneli'nin halka söylediÇi "...engelleniyorum. Sizin sesinizi kesmeye çalışıyorlar" sözlerini anımsattı. Sesini kesmek isteseler, çaÇırmazlardı herhalde... Elimizde kalanlarla neler yapabiliriz? dsipahi@milliyet.com.tr