Ege Çağın hastalığı iletişimsizlik

Çağın hastalığı iletişimsizlik

24.07.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

İletişim alanının en tücrebeli isimlerinden Salim Kadıbeşegil yeni kitabında, çağın en büyük sorunlarından biri olan iletişimsizliği inceliyor, iletişim kurulamazsa neyle karşılaşacağımızı anlatıyor

Çağın hastalığı  iletişimsizlik

İletişim alanının en tücrebeli isimlerinden Salim Kadıbeşegil’in “Patronlar, CEO’lar ve Üst Düzey Yöneticiler İçin Kurumsal Dersler” isimli kitabı büyük ilgi gördü. Özellikle aile şirketleri yöneticilerinin okuması gereken kitap, çağımızın en büyük hastalığı ‘iletişimsizlik’ sorununu mercek altına alıyor. Patronlara, doğru iletişim kuramazlarsa neyle karşılaşacaklarını örnekleriyle anlatıyor. Kadıbeşegil “Patronlar, şirketleri babaların malı sanmasın, onlar aslında halkın malıdır” dedi.

Haberin Devamı

- İş hayatında doğru iletişime neden ihtiyaç var?

İş hayatında iletişimle ilgili iki eksiğimiz var. Bu eksiklerin ilki iletişim ihmali. Her şirketin ham madde, pazarlama bölümleri yeterli ama şirketlerin kurumsal iletişim bölümlerine bakınca ya bir kişi var, ya iki kişi. Oysa ki bir şirketin kendini kamuoyuna ifade edecek altyapısını bulup ortaya çıkaracak, bunu şirketin karakteri ile ilişkilendirip, iletişim ortamlarına taşıyacak olan kişiler iletişimcilerdir.

- Bu iletişim kurulmazsa ne olur?

Finanstan satın almaya kadar, hukuktan inovasyona kadar her alana yatırım yapan, her türlü nitelikli insan kaynağını kendine çeken koskoca şirketler iş iletişime gelince ‘Şu bir kenarda dursun’ diyor. Sonra başlarına bir çok iş geliyor. Eğer siz şirket olarak kendinizi zamanında doğru anlatamadıysanız, insanlar da sizi nasıl anlamak isterlerse öyle anlarlar.

Haberin Devamı

- İkinci eksik nedir?

İletişimi yönetme meselesinde de bir kurumsal disiplin olması gerekiyor. İkinci eksiğimiz de ordan kaynaklanıyor. Bir finans müdürü karşına geçip finansla ilgili herşeyi çok iyi anlatabilir ama eğer sen finansla ilgili bilgi sahibi değilsen hiç birşey anlamazsın. Finansı bilmek başka birşey, finansal iletişimi yönetmek başka birşey. İnsan kaynakları da personelden devşirme bir şekilde hayatımıza girdi. İnsan kaynaklarını yönetmek başka bir şey, şirketin insan kaynakları ile ilgili iletişimini yönetmek bambaşka bir şey. O yüzden iletişim hayatımızın bir yerinde ve en üst sırada bir yerde durmalı ki kendimizi doğru anlatalım, doğru algılanalım ki ‘iletişim kazası’ dediğimiz şeyler karşımıza çıkmasın.

- Sizce her şeyi farklı gören yeni jenerasyon, üst düzey yöneticiler alanında iletişime arzu edilen açıdan bakabiliyor mu?

Yeni jenerasyonun gizlemek gibi bir derdi yok, olanı anında, olduğu gibi gösteriyorlar. Çünkü zaten bu an olmasa, birazdan ya da ertesi sabah hemen bilgiye ulaşma imkanı var. Başarısızlığa hiç tahammülleri yok. Ama iletişim kurarken ilişkileri ihmal ediyorlar.

- Neyi önemsemeleri gerekiyor?

Kariyerleri için ilişkileri diri tutmaları, yeni insanlarla geliştirmeleri gerekiyor. Bunu yapamıyorlar, çünkü zamanları yok. Yani sosyal medya ortamındaki etkileşimi, ilişki kurmak olarak değerlendiriyorlar. İlişki kurmak dokunmaktır, dokuncaksın, görceksin, karşındakinin hikayelerini bileceksin. Bir salona girdiğinde tokalaştığın insana bakacaksın, gözünün içine bakacaksın, bunu yapmıyorsan ilişkiyi usulen yapıyorsun demektir. Yeni jenerasyon sahip olduğu teknoloji ve takipçiler nedeniyle bir ilişkisi, dolayısıyla da iletişimi varmış gibi algılıyor. Orada yanılıyorlar.

Haberin Devamı

- Bu kitabı size göre hangi patronlar okumalı?

Bunu hiç ayırt etmeden yazdım ama soyadlarını şirket markası yapanlar okumalı diyebilirim. O soyadı artık bir entellektüel sermaye oluyor. Kurumsal bir marka. Hiçbir şirket ben 100 yıl yaşayacağım diye kurulmuyor. Bir yolculuğa başlıyorlar ve kurucularının değerleri ile ayakta duruyorlar. Ve değerler toplamı, değerleri ile ne kadar barışıksa, o kadar uzun ömürlü oluyor. Mesela ‘Hacı Şakir’ güzel bir örnek. Türkiye’de hep aile şirketleri ve kobiler ön planda. Bunların patronlarının okuması, dahası aile bireylerine ve çalışacağı diğer kişilere de aktarması çok önemli.

Haberin Devamı

- Kitaplarınızı okuyup sizi arayan CEO veya patronlar oldu mu? Sizi şaşırtan bir diyalog yaşadınız mı?

Biri ‘Patronlar, şirketleri babalarının malı zannediyorlar’ demişti. Bu lafı söyleyen Türkiye’nin çok önemli şirketlerinden birinin CEO’suydu. Şirketler zaten anonim şirket, halkın yani. Bir şirket varsa, topluma mal olmuştur. Sen buna ‘babamın malı’ diyemezsin. Çünkü sen benim kaynaklarımı kullanarak o şirketi yönetiyorsun, benim havamı suyumu kullanıyorsun. İstediğin kadar parasını sen vermiş ol, şirketi kurduktan sonra halka aitsin.

5 yılda 20 öğrenci

- İletişimcileri yetiştiren insanlardan umutlu musunuz?

Benim birçok öğrencim iletişim üzerine öğretim görevlisi olarak üniversitelerde çalışıyor. Ben onlardan çok umutluyum. Hem kendilerine yatırım yapıyorlar, hem de bakışları açık. Ama üniversiteye gelenlerden umutlu değilim. Mesela bir üniversitede, lisans ikinci sınıfa ders verdim, iletişim kuramadım. Bana her bölümden öğrencinin gelebileceği seçmeli bir ders verin dedim. Sadece 20 öğrenci verdiler, ‘Liderlik Yönetimi’ diye bir ders çıkardık. Beş sene ben sadece 20 öğrenciye, 14 hafta programlarla eğitim verdim. O arkadaşlardan çok umutluyum ama diğerlerine hiçbir faydam olmadı.

Haberin Devamı

Müzeye gitmiyorlar

- Sizce iletişim öğrencilerinde eksik olan ne?

İlk eksikleri sanat tarihi bilgisi. Her şeyi etkiliyor. İkincisi felsefe psikolojisi ve sosyoloji. Bunlar olmadan iletişimci olunmaz. Üniversite öğrencilerine bakıyorum, müzeye bile gitmiyorlar. Bunlar olmazsa, ne okursan oku olmaz, çünkü alt yapının olması gerekiyor. Yani aslında üniversitelerde, sanat tarihi, toplum psikolojisi gibi dersler var ama sadece bu derslerin adı var. Keşke öğrencileri özendiren, bunu dersin dışına kendi hayatlarına taşımalarını sağlayan bir sistem olsa. Öğrenciler kendileri bunu isteyerek yapsınlar, müzelere gitsinler, çalışanlarla konuşsunlar, bu işleri yapan insanlarla iletişim kursunlar, onların kitaplarını okusunlar, seminerlerine gitsinler. Keşke dersler olmasa da, bunlar olsa.