Ege İyi pazarlar...

İyi pazarlar...

08.05.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

İyi pazarlar...

Yalnızca ben mi...Gazete manşetleri, televizyon haberleri nedense içimizi acıtmış.Nasıl olmasın ki...Türkiye'de doğan her bin bebekten 35'i ölüyor.Yükseköğretimde okullaşma oranı ABD'de yüzde 81, Belçika'da yüzde 56, Türkiye'de ise yüzde 27. Bir Japon yılda 25, bir İsveçli 10, bir Fransız 7 kitap okuyor, Türkiye'de ise 6 Türk ancak bir kitap okuyabiliyor. Uyuşturucu kullanımında müthiş bir artış var; bu istatistiklere de yansıyor. Bir de anketlere girmeyenler...Ekonomi büyüyor, enflasyon düşüyor ama...Kimse rakamlara inanmıyor, işsizlik azalacağına artıyor.Ben de dedim ki, bugün de içinizi karartmayayım.Biri Türk edebiyatının usta kalemlerinden Nazım Hikmet'ten, biri çok sevgili dostum Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok'un kaleminden iki yazıyı sizlerle paylaşayım.İyi pazarlar... Hafta içinde yazdıklarıma baktım; bu sefer karamsar şapkamı takmışım. Son zamanlarda okuduğum kitaplarda yer alan iki öykünün mesajları arasındaki korelasyon dikkatimi çekti ve sizlerle paylaşmak istedim.İlk öykü Tolstoy'un "Hayatın Anlamı" adlı kitabının (Arkhe Yayınları) sonunda yer alıyor ve "Üç İhtiyar" adını taşıyor. Öyküde gemiyle yolculuk yapan bir başpiskopos (metropolit) bir adada yaşayan ve nefislerini arındırmaya çalışan üç ihtiyarı tanımak ister.Adaya çıkıp ihtiyarların yanlış biçimde dua ettiklerini görür ve onlara duaların doğru şeklini öğretmeye karar verir. Geç de olsa duaları öğrenen ihtiyarlar çok mutlu olurlar ve başpiskoposu gemiye kadar uğurlarlar.Gemi uzaklaşır, ada gözden kaybolur. Gece olur, başpiskopos denizin üzerinde beyaz bir şeylerin parladığını görür.Birazdan gemidekiler bu parıltıların ele ele tutuşmuş denizin üzerinde koşan üç ihtiyara ait olduğunu fark ederler.İhtiyarlar duayı unutmuşlar, başpiskopostan yeniden öğretmesini istemektedirler.Başpiskoposun yanıtı şöyledir."Size öğretecek bir şeyim yok benim. Sadece biz günahkarlar için dua edin..." * * * İkinci öykü ise "Mevlana'dan Altın Öyküler" adlı kitaptan. (Kozmik Kitaplar)Hakan Büyükdere ve Ali Dündar'ın Mesnevi'de yer alan bazı öyküleri özetledikleri kitaptaki "Dua" adlı öyküde, Musa yolda bir çobana rastlar.Çoban Tanrı'ya "Ey kerem sahibi Tanrı. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım. Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım. Ulu Tanrı, sana süt ikram edeyim. Elinizi öpeyim, ayağınızı ovayım" gibi saçma sapan sözlerle dua etmektedir.Musa bu sözlere çok kızar ve çobanı azarlar. Çoban çok üzülür, başını alıp, çöle doğru yola düşer. Bu arada Musa'ya Tanrı'dan şöyle bir vahiy gelir."Kulumuzu bizden ayırdın. Sen birleştirmeye mi geldin, yoksa ayırmaya mı? Ben herkese bir karakter, bir yapı verdim. Onun için övgü olan sözler, sana kötülüktür. Ona göre baldır, sana göre zehir. Bilmez misin ki biz söze bakmayız, gönle bakarız, öze bakarız." * * * Tolstoy yukarıdaki öyküyü yazarken birçok Rus yazar gibi Mevlana'dan etkilenmiş midir bilemem; ancak Tanrı ile kul arasına girmeye çalışanların, dini öne sürerek toplumda zorlama ve kısıtlamalara gidenlerin, özellikle de "din" adına Arap kültür ve geleneklerini dayatanların her iki öyküden önemli dersler çıkarmaları gerektiğine inanıyorum. (Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok'un kaleminden) Tolstoy ve Mevlana Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun.Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan, "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil" diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin.İki ucu keskin bıçaktır bu işin.Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.Sen "Ama senin için şunu yaptım" derken o "Şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın."Peki o ne yaptı" deme. * * * Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için. Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen."Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu?Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını balığın yanında.Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası. Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun as olan yürektir. * * * Yürek sesini bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki, koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini.(Nazım Hikmet'ten) dsipahi@milliyet.com.tr Yürek sesini bilmeyenler