Ankara EĞİTİM-BİR-SEN GENEL BAŞKAN VEKİLİ AHMET ÖZER:

EĞİTİM-BİR-SEN GENEL BAŞKAN VEKİLİ AHMET ÖZER:

08.02.2014 - 12:01 | Son Güncellenme:

.

EĞİTİM-BİR-SEN GENEL BAŞKAN VEKİLİ AHMET ÖZER:

Eğitim-Bir-Sen Genel Başkan Vekili Ahmet Özer, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Görevleri, Personeli ve Teşkilat Yapısına İlişkin Olarak Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Öngören Yasa Tasarısı'nın bazı kısımlarının huzursuzluğa davetiye çıkaracağını iddia etti.
Özer, yaptığı açıklamada, Milli Eğitim Bakanlığının Görevleri, Personeli ve Teşkilat Yapısına İlişkin Olarak Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Öngören Kanun Tasarısı’nın bazı kısımları, çalışanlar ve ülke açısında huzursuzluğa davetiye çıkarabileceğini ifade ederek, “Aynı zamanda olumsuz bazı hukuki sonuçlar da doğurabilir. Milli Eğitim Bakanlığı’nı, tasarının bazı kısımlarını geri çekmeye davet ediyoruz” dedi.
Aday öğretmenlerle ilgili düşünülen düzenlemenin öğretmenin öğrencilere değil, kendine ve kariyerine yoğunlaşmasına yol açacağını öne süren Özer, şunları dedi:
“Tasarıda yer alan aday öğretmenlikten öğretmenliğe geçişte öngörülen sınav uygulaması bazı yönetilemez sorunlara kapı aralayacaktır. Aday öğretmenlikten öğretmenliğe geçişte uygulanacak sınava katılmanın, adaylık döneminde herhangi bir disiplin cezası almamış olmak ve performans değerlendirmesine göre başarılı olmak şeklinde iki şarta bağlanması; sınav öncesinde de bir ön eleme sürecinin işletileceği algısını beraberinde getirecek, bu da, aday öğretmenlerin yoğun bir idari baskı altında iş güvencesi olmaksızın görev yapmalarına neden olacaktır. Hedeflenen performans değerlendirmesi ise objektif, ölçülebilir ve denetlenebilir olmaktan ziyade, kuşkuları artırabilecek sonuçlara yol açacaktır.
Sınava girmeye hak kazanamayanlar ile sınavda iki defa başarısız olanların memuriyetle ilişiğinin kesilmesi işlemi ise, 652 sayılı KHK’nın 40. maddesi kapsamında denetçi ve uzman yardımcısı olarak ataması yapılanların belirtilen süre içerisinde uzman ve denetçi unvanlı kadrolara atanamaması durumunda, durumlarına uygun memur kadrolarına atanmasına ilişkin hüküm karşısında oldukça ağır bir idari yaptırım olarak gözükmektedir. Bu durum, hem aday öğretmenler açısından diğer aday memurlar bağlamında bir adaletsizliğe yol açabilecek hem de MEB açısından yapılacak işlemlere dayalı olası büyük bir dava yükünü beraberinde getirecektir.
Öğretmenlerin hem meslek öncesi hem de görev sırasında oldukça fazla sayıda (görevde yükselme, unvan değişikliği, eğitim kurumu yöneticiliği vb.) sınavla karşı karşıya kalmaları, öğretmenlerin kendilerine yönelik sınavlara hazırlanmaya yoğunlaşmalarına, diğer bir ifadeyle öğrencilerin ikinci plana atılmalarına neden olabilecektir."
Özer, kariyer basamaklarıyla ilgili öğretmenleri mağdur etmemeye yönelik düzenlemenin yerinde ama yetersiz olduğunu vurgulayarak, “Uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik unvanlarını mahkeme kararıyla elde eden ancak temyiz sürecinde kararlar aleyhlerine kesinleşen öğretmenlerden, unvanlarının iptal tarihinden önce kendilerine yapılan ödemelerin geri alınmaması, iyi niyetli ve öğretmen camiasında bu konuya mahsus oluşan gerginliği azaltacak bir düzenlemedir. Madde kapsamının tarih ve içerik boyutuyla netleştirilmemesi, söz konusu tutarlarla ilgili olarak kendilerinden kısmen veya tamamen tahsilat yapılan öğretmenlere ödedikleri tutarların iade edilip edilmeyeceği hususuna ilişkin bir hükmün bulunmaması, maddenin yeniden düzenlenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu konuya ilişkin düzenleme yapılması yerinde fakat öngörülen düzenleme mevcut haliyle yetersizdir.
Diğer taraftan, söz konusu düzenlemeyle kariyer basamakları uygulamasından vazgeçildiği izlenimi uyanmaktadır. Kariyer basamakları konusunda Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararındaki gerekçeler doğrultusunda yeni bir düzenleme yapılma beklentisi mevcutken, 1739 sayılı Kanun’un 43. maddesinin kariyer basamaklarına ilişkin iki fıkrasının yürürlükten kaldırılması, lisansüstü ve doktora eğitimlerini tamamlamış olmakla uzman öğretmen ve başöğretmen olma beklentisi taşıyan öğretmenlerimizi hayal kırıklığına uğratmıştır. Bakanlığın öğretmen politikalarında, bir taraftan yüksek lisans ve doktoralı öğretmenlik vurgusu yer alırken, diğer taraftan kariyer basamakları uygulamasından vazgeçmek istenmesi çelişki teşkil etmektedir” ifadesini kullandı.
Yönetici atamada yeni bir kargaşaya kapı aralanmaması gerektiğini kaydeden Özer, şunları kaydetti:
“Okul ve Kurum Müdürlerinin, İl Milli Eğitim Müdürünün teklifi üzerine, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcıların ise Okul veya Kurum Müdürünün inhası ve İl Milli Eğitim Müdürünün teklifi ile Vali tarafından dört yıllığına görevlendirilmesini öngören kısım tasarıdan çıkarılmalıdır.
Mevcut eğitim kurumu yönetici atama ve yer değiştirme süreci, uzun süredir devam eden müzakereler ve yargı kararları çerçevesinde şekillenmiş olup, atama ve yer değiştirme sistemi mevcut haliyle oturmuş durumdadır. Eksiklikleri olsa da mümkün olan en yüksek seviyede objektif, adil ve eşitlikçi bir sistemdir. Kazanılmış hak kayıplarına neden olacak bu türden bir düzenlemeye ihtiyaç olmadığı gibi, uygulamada çok sayıda sıkıntıya ve dava sürecine neden olması da muhtemeldir. Bu durum, eğitim kurumlarının yönetiminin işlemez hale dönüşmesine sebebiyet verecektir.
Şu anda var olan yazılı ve sözlü sınavda başarılı olmaya dayalı atama sürecinin yerine, objektifliği, denetlenebilirliği ve ölçülebilirliği son derece kuşkulu, idareye ucu açık bir takdir hakkı bırakan atama sürecinin getirilmek istenmesi, eğitim kurumlarında tecrübe ve bilgi eksikliğinden kaynaklı yönetim zafiyetinin yanında kurum içi huzur ve düzenin bozulması gibi bir riski de beraberinde taşımaktadır."
Özür gruplarına bağlı yer değiştirmelerin bazılarında zaman sınırı kaldırılması gerektiğini belirten Özer, “İl eğitim denetmenleri ile bakanlık denetçilerinin, bakanlık denetmenliği çatısı altında birleşip birleşmeyeceği hususunun netleştirilmesi ve bu birleşmenin halihazırdaki il eğitim denetmenleri açısından nasıl bir değişiklik oluşturacağı hususu netleştirilmelidir. Böyle bir birleştirme olması durumunda illerde görev alacak denetmenlerin il milli eğitim müdürleri ve illerdeki yöneticilerle ilişkileri, icrai işlem yapma sınırlaması öngörmeyecek bir şekilde belirlenmeli ve illerde görevli denetmenlerin il milli eğitim müdürlerine bağlı olarak faaliyet göstermesine yönelik bir yapısal kurgu oluşturulmalıdır. Denetim sisteminin birleştirilmesi neticesinde denetmen ve denetçilerin müfettiş unvanlarıyla teftiş göreviyle yetkilendirilmeleri yerinde olacaktır.
Diğer tarafta, üniversiteden yeni mezun olanlar il eğitim denetmen yardımcılığı sınavına katılabilirken, öğretmenler açısından sekiz yıllık bir hizmet süresinin öngörülmesi (sadece KPSS’ye katılmadıkları için) adil bir çerçeve olarak gözükmemektedir. Bu nedenle bu sürenin dört yıldan fazla olmamak üzere yeniden belirlenmesi daha uygun olacaktır. Teftiş sistemi birleştirilirken bütün boyutlarıyla değerlendirilmeli ve ilerde hukuki sonuçları olmayacak şekilde birleşme gerçekleştirilmelidir” şeklinde konuştu. Özer, “Talim ve Terbiye Kurulu’nun Bakanlığın bilimsel danışma ve inceleme organı olarak düzenlenmesi, Kurulun eğitim politikaları konusundaki yetkilerinin ilgili birimlere devri, TTK’nın bilimsel ve danışma inceleme organı olarak düzenlenmesi esasen milli eğitime ilişkin paydaşlık hassasiyeti bulunanların büyük çoğunluğunun görüşüdür. Bununla birlikte, eğitim sisteminin farklı kademelerden oluşan bir bütünlük olduğu gerçeği de dikkate alınarak, mevcut durumda Kurula ait olan yetkilerin ilgili öğretim dairelerine devrinin bu bütünlük açısından risk oluşturacağı gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle, Kurulun icraî ve istişarî nitelikte iki ana daireden oluşturulması eğitim politikaları, eğitim programları, müfredat, ders kitapları gibi icraî nitelikte sonuçlar doğuran hususlarla ilgili kararların icraî dairede verilmesi ve bu dairenin üyelerinin ağırlıkla öğretim dairelerinin (ilgili genel müdürlükler ve bağımsız grup başkanlıklarının) üst amirlerinin de yer alacağı şekilde belirlenmesi, Kurula müsteşar ya da görevlendireceği müsteşar yardımcısının başkanlık yapması yöntemi tercih edilebilir. Kurulun istişarî nitelikte diğer dairesinin ise Bakanlık bürokratları, diğer bakanlıklardan temsilciler, yetkili sendika ve diğer STK temsilcileri, üniversite öğretim üyeleri ve öğretmenler başta olmak üzere eğitim alanıyla ilgili çalışma yürütenlerden olmak üzere Bakan tarafından belirli süreli olmak üzere görevlendirileceklerden oluşturulması daha uygun olacaktır” dedi.
Özer, dershanelerin kapatılması ve dershane öğretmenlerinin meb kadrolarına geçirilmesi ile ilgili ise görüşlerini şöyle aktardı:
“Tasarıyla, dershane ve öğrenci etüt merkezlerindeki öğretmenlerden sigorta primi ödenmiş çalışma süresi 6 yıl ve daha üzeri olanların 657 sayılı Kanun’un 48. maddesinde öngörülen genel şartlar ile öğretmen kadrosuna atanabilmek için aranan özel şartları taşımaları halinde başvuruları üzerine KPSS’ye girme şartı aranmaksızın Bakanlıkça yapılacak sözlü sınav sonucuna göre MEB bünyesindeki öğretmen kadrolarına atanmaları öngörülmektedir.
Atama bekleyen 300 bine yakın öğretmenin olduğu bir ortamda KPSS ve alan sınavı şartı aranmaksızın Bakanlığa ayrılmış öğretmen kadrolarına, dershane ve etüt merkezi öğretmenlerinin atanması, atama bekleyen öğretmenlerin haklarının ihlalini teşkil edecektir. Bu itibarla, dershane ve etüt merkezi öğretmenlerinden Bakanlık kadrolarına atanacaklar yönünden 2014 yılı için ayrılan öğretmen kadrosu kontenjanına dokunmaksızın yeni kadro tahsisi yapılmalı, bu suretle atama bekleyen öğretmenlerimiz mağdur edilmemelidir.
Öte yandan, Eğitim-Bir-Sen olarak, daha önce dile getirdiğimiz üzere, kanun yoluyla dershane ve etüt merkezlerinin kapatılması, bu kurumların seçme sınavlarına hazırlama dışındaki fonksiyonlarını göz ardı ettiğinden geride telafisi zor boşluklar bırakabilecektir.
Sınav odaklı sistemin Türkiye için adalet duygusu, eşit vatandaşlık ve sosyal hareketlilik konularında sağladığı fayda nedeniyle bir süre daha devamı bir zorunluluk olup, bunun sonucu oluşan okul dışı akademik destek hizmetleri talebi varlığını her durumda koruyacaktır.
Dershaneler, okullarda oluşan program sorunları ve atalet nedeniyle alternatif eğitim kurumları ve bir tampon kurum hâline gelmiştir. Eğitimde belli bir kaliteyi yakalayıncaya kadar bunların birer okul dışı destek hizmeti sunan yardımcı kurum hüviyeti almalarının sağlanması eğitimde oluşan boşluğu gidermek için bir gerekliliktir.
Dershanelerin kapatılması veya sistem dışına çıkarılarak yokmuş kabul edilmeleri yerine, özellikle dezavantajlı gruplar için sorumluluk yüklenecek ve kendilerinden bu anlamda hizmet alınan ve bunlar için başarı kriterine uymaları beklenen kurumlara dönüşümleri sağlanabilir.
Bu noktada, tasarıyla dershanelerin özel okula dönüşümü konusunda getirilen teşvikler önemli ve yerinde olmakla birlikte, dershanelerin çoğunluğunun verilen teşvike rağmen özel okula dönüşme imkân ve potansiyeli olmadığı dikkate alınarak, dezavantajlı ailelerin çocukları için devlet tarafından finanse edilecek okul dışı eğitim destek programı veren kuruluşlar haline getirilmeleri, başarı sağlama ölçütleri ve şartları getirilmek koşuluyla bu kurumların işlevsel hâle getirilmesi mümkün olacaktır. Böyle bir uygulama hem söz konusu kurumları büyük oranda rahatlatacak hem de velilerin bu yöndeki talepleri karşılanmış olacaktır.
Özel dershanelerin 1 Eylül 2015 tarihine kadar faaliyetlerine izin verilirken, dönüşüm noktasında 2017-2018 eğitim-öğretim yılının bitimine kadar süre verilmesi düşünülmüştür. Aradaki iki yıllık sürede söz konusu eğitim kurumlarının idari, mali ve hukuki sorumlulukları yanında işveren sıfatını sürdürüp sürdürmeyeceği, bu dönemde söz konusu kurumların vergi mükellefi sıfatını haiz bir biçimde varlıklarını devam ettirip ettirmeyeceği hususu net değildir.”
Özer, tüm eğitim-öğretim hizmeti sunumlarının Bakanlığın izin ve denetimine tabi kılınmasının, bazı art niyetlilere fırsat oluşturulması gibi bir tehlike taşıdığını da iddia etti.