Ekonomi Refahlı mı, Refahsız mı?

Refahlı mı, Refahsız mı?

03.04.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Refahlı mı, Refahsız mı?

Refahlı mı, Refahsız mı

Osman Ulagay

Türkiye kendine özgü bir ülke. Bu gerçeği artık OECD ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar da kabul ediyor. 1996 yılına ilişkin milli gelir rakamları da bu gerçeğin yeni bir göstergesi. Türkiye ekonomisi 1996 yılında, tüm elverişsiz koşullara karşın, siyasi istikrarsızlığa karşın, rekor düzeydeki reel faizlere karşın % 8'e yaklaşan bir reel büyüme kaydetmiş. 1995 ve 1996 yıllarında "yapılması zorunlu" denilen ekonomik reformların hiç bir yapılmamış, ekonomiye yön verecek bir perspektif ortaya konmamış ama bizim özel sektörümüz üretimi, yatırımı artırmış; ekonominin hızlı büyümesini sağlamış.
Refah - Yol hükümetinin geçen yılın özellikle son çeyreğinde, ekonomide ve mali kesimde estirdiği iyimserlik rüzgarları, Türkiye'de özel sektörü motive etmenin aslında ne kadar kolay olduğunu ortaya koydu. Hayali olduğu belli olan "denk bütçe" hedefinin telaffuz edilmesi bile piyasalarda olumlu bir etki yarattı.
Ancak Refah Partisi(RP) ve Refah - Yol hükümeti bugün farklı bir noktada. Bu hükümetin Türkiye'yi yönetebilme kapasitesi konusunda beliren ciddi kuşkular bugün iş alemini de etkiliyor. İnandırıcı bir alternatif hükümet modelinin olmaması Refah - Yol'u hala ayakta tutuyor ama bu hükümetin kalıcı adımlar atabileceğine, beklenen reformları yapabileceğine inananlar hayli azaldı. Bu arada enflasyonun yeni bir tırmanışa geçmesini ve dış dengenin daha da bozulmasını bekleyenler çoğaldı. Bu koşullar değişmeden dış kredi cephesinde olumlu gelişmeler beklemek de zor.
RP'nin siyaset sahnesindeki etkisinin azalmasını isteyenlerin bu noktada RP'nin altındaki iktidar koltuğunu çekmesi mi daha akıllıca bir davranış olur acaba, yoksa RP'yi bir süre daha bu koltuğa mahkum etmesi mi?
Her iki seçeneği de savunmak mümkün. RP iktidarda kalırsa daha da yıpranması ve uçurduğu balonların birer birer patlaması olası. Özellikle enflasyonda durum kritik. Bu nedenle RP'nin bir süre daha iktidara mahkum edilmesinde yarar olabilir diye düşünenlere hak verilebilir.
"Pekiyi ama Türkiye bu tatsız sürecin gerilimini taşıyabilecek mi?", sorusunu sorarak RP'nin bir an önce iktidardan uzaklaştırılmasını savunanlar ise, kurulduğu anda iyimserlik havası estirecek ve Türkiye'yi bu hükümetten daha iyi yönetecek bir hükümet formülünü ortaya koyabilirlerse etkileri artabilir. Böyle bir hükümet içerde ve özellikle dışarda olumlu bir hava yarattığı taktirde kolay motive olan özel sektörümüz yeni mucizelere imzasını atabilir.
(Not: Böyle bir alternatif hükümet oluşturmanın zor olduğunu biliyorum.)

Kimsenin coşkusuna set çekmek, rüyasını bölmek istemem. On bin dolayında izleyicinin yürekten katıldığı o görkemli konsere gölge düşürmek de aklımın ucundan geçmez ama geçen pazar Ankara'da gerçekleştirilen 9. Senfoni konserine gösterilen büyük ilgiye bakarak "işte çağdaş Türkiye bu" diyenlerin, bu manşeti atanların en azından kendilerini kandırdıklarını düşünüyorum. Bu beyanlarla, bu manşetlerle bir kez daha masallara inandırılmak istendiğimizi hissediyorum ve isyanımı diye getirmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Biliyorum bunları yazdığım için yeni düşmanlar kazanacağım, yıllardan beri bizi çeşitli masallarla avutanları ve gerçeklerle yüzleşmektense hayal dünyalarında yaşamayı yeğleyenleri üzeceğim, öfkelendireceğim ama içimden geçenleri yazmazsan ben de onların durumuna düşmeyecek miyim?
Önce bu tepkinin nasıl birisinden geldiğinin daha iyi anlaşılması için kendimle ilgili birkaç noktayı açıklamam gerekecek. Bir kere hemen belirteyim ki müzik denince aklıma klasik batı müziği gelir. Ailemin aşıladığı bu klasik müzik zevkinin yıllar sonra compact disc koleksiyonu yapma hastalığına dönüştüğünü ve tatil programlarımı yurt dışındaki klasik konserleri hesaba katarak yaptığımı da bu arada itiraf edebilirim. Beethoven'in 9. senfonisinin klasik müziğin anıt yapıtlarından biri olduğuna da inanıyorum.
İkincisi, laik düzenden sapmış bir Türkiye'de yaşama şansımın olmadığını çok iyi biliyorum. Laik düzene karşı tehdit oluşturan görüşlere ve davranışlara karşı her bilinçli çabayı doğal olarak destekliyorum.
Şimdi kendini böyle tarif eden birinin geçen pazar Ankara'da gerçekleştirilen 9. Senfoni konserini coşkuyla karşılaması ve konserde yükselen "Türkiye laiktir, laik kalacak", sloganını sevinçle karşılaması gerekmez mi?
Nitekim konseri televizyondan izlerken bile heyecan duydum ama Cumhurbaşkanı Demirel'in konserde yaptığı konuşma ve ertesi günkü bazı gazetelerin manşetleri farklı soruları getirdi, çaktı kafama. On bin kişinin bu konseri coşkuyla izlemesi ve laiklik lehine slogan atması, bir gün önce "şeriat geliyor" diye panikleyenlerin bu kez, "işte çağdaş Türkiye" diye böbürlenmesi için, manşetler atması için yeterli miydi? Bir konser Türkiye'nin yazgısını mı değiştirmişti yoksa?
Cumhurbaşkanı'nın konuşması ve ertesi gün çekilen manşetler beni ister istemez biraz gerilere götürdü. 1968'lerde solculara karşı "inananlar"ı kaba güç olarak kullanan, sopalı ve çember sakallı kalabalığı Taksim'de üzerimize saldırtan Başbakan kimdi acaba? 1980'lerde "Türkiye çağ atlıyor" diye manşet atanlar kimlerdi?
Dinin siyasallaşmasına katkıda bulunanları, aldatıcı manşetlerle göz boyayıp gerçekleri perdeleyenleri unutamadım ben. Onun için isyan ediyorum. Bu görkemli konseri dinlemek için toplanmış binlerce kişinin duygularını okşayıp alkışını almanın ucuzluğuna isyan ediyorum. "Çağdaş Türkiye"nin ancak küçük bir kesitini yansıtan tabloyu "işte çağdaş Türkiye" diye sunmanın yanıltıcılığına isyan ediyorum. İsyanımı haksız bulanların ise beni bağışlamasını diliyorum.

Yazarlar