Ekonomi TÜSİAD: Öncelikli konu Anayasa reformudur

TÜSİAD: Öncelikli konu Anayasa reformudur

15.02.2010 - 14:52 | Son Güncellenme:

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, katsayı tartışmalarından Ergenekon davası ve asker sivil ilişkisine kadar pek çok konu hakkında görüş bildirdi. Ümit Boyner, "Gündemin bu kadar yoğun ve karmaşık olduğu bir dönemde ses tonumuz ikna etmeye yönelik olacak; yüksek çıkması gereken yerlerde de yüksek çıkacak" dedi.

TÜSİAD: Öncelikli konu Anayasa reformudur



Boyner, bazı TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyeleriyle birlikte düzenlediği 2010-2011 faaliyet programına ilişkin basın toplantısında konuştu.

Ümit Boyner, "Gündemin bu kadar yoğun ve karmaşık olduğu bir dönemde, siz ses tonunuzu nasıl ayarlayacaksınız" sorusuna da, "Ses tonumuz ikna etmeye yönelik olacak. Ama işbirliğine, tartışmaya, uzlaşmaya da açık olacak. Yüksek çıkması gereken yerlerde de yüksek çıkacak" karşılığını verdi.

Katsayı tartışması: Ümit Boyner, "Eğitimin her alt başlığı ile yakından ilgilenmiş, çalışmış ve kaynak ayırmış bir kurum olarak, bugünkü katsayı problemi tartışmasını son derece sığ bir tartışma olarak görüyoruz" dedi.

Boyner, "İmam hatip okulları konusunda siyasi kamplara ayrılmış taraflar arasında sığ bir tartışma... Meslek okullarına katsayı uygulaması Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK'ün ortak çözmesi gereken bir konu. Son derece teknik bir konu" dedi.

Boyner, istihdamın artması, nitelikli meslek erbabı yetiştirebilmek için de konunun genelinin bu olması gerektiğine inandıklarını belirtti ve "Kurumlarda istihdam ettiğiniz insanları yeniden mesleki eğitime tabi tutmak durumunda kalıyoruz. Üstelik meslek liselerinde yetiştirdiğimiz öğrencilerin genel liseye göre maliyeti yüzde 30-60 oranında daha yüksek. Meslek okulları, Türkiye gibi hala genç ve büyüyen nüfusa sahip bir ülkede gençleri istihdama kazandırabilmek, iş ve aş sağlayabilmek için daha rasyonel ve ekonomik boyutu olan tartışmaların içinde ele alınmak zorundadır." "İmam hatip okulları, meslek lisesi tanımına giriyor mu?" dedi.

"İmam hatip liselerini çocukları için tercih eden ailelere örgün eğitim içinde bir düzenleme yapılabilir mi?" bu soruların tartışılması gerektiğini vurgulayan Boyner, "Biz TÜSİAD olarak son noktayı koyma durumunda değiliz. Zira bu konunun ciddi sosyolojik nedenleri olduğunu, yeteri kadar tartışılmadığını, siyasi ve toplumsal anlamsız bir kamplaşma yarattığını, o nedenle eğitimciler, eğitim STK'ları hatta veliler tarafından tartışılması gerektiğine inanıyoruz. Bugün imam hatip okullarına giden kız öğrenciler imam olmuyorlar. Mezunlarının çoğu imam olmuyorsa ailelerin çocuklarını bu okullara meslek sahibi olsunlar diye yönlendirdiklerini söylemek çok ciddi genelleme olur. Hal böyle iken imam hatip liseleri konusunu meslek eğitimi, istihdam düzenlemeleri dışında tartışmak gerekmiyor mu? Bu durumu görmezden gelemeyiz. Bu çok uzun tartışılması gereken bir konu. Biz diyoruz ki Türkiye'nin büyüme ve istihdam yaratma ihtiyacı paralelinde nitelikli gençlere ihtiyacı var ve olmaya devam edecek. Meslek eğitiminin temeli bu ihtiyaca cevap vermek olmalıdır" diye konuştu.

Boyner, konuyu meslek eğitimiyle ilişkilendirmek yerine sosyal olarak da ele almak gerektiğini ifade ederek, "Aileler çocuklarını niye imam-hatipe yolluyorlar. Belli ki meslek dışında da bir arzuları var. Bunu iyi analizlemek gerekiyor. Onun için bu tartışmanın başlaması gerekiyor" diye konuştu.

Boyner, dini ve etnik kimliği ne olursa olsun her vatandaşın yüksek öğrenim almaya hakkı olması gerektiğini söyledi.

Asker-sivil ilişkisi: Asker ve sivil ilişkisi konusuna da değinen Ümit Boyner, Türkiye'nin, demokrasi açığı olan, ancak bu açığı Avrupa Birliği üyelik sürecinde 99 Helsinki Zirvesi sonrasında azaltmaya başlamış bir ülke olduğunu kaydetti.

Asker-sivil ilişkilerinin Kopenhag Siyasi Kriterleri çerçevesinde 2000-2005 döneminde görünürde çok önemli bir zedeleme yaratmadan ilerleme gösterdiğini dile getiren Boyner, Kopenhag kriterlerinin aslında önemli bir referans ve bütünlüğü olan bir süreç olduğunu söyledi.

2005 sonrası demokratikleşme sürecinde bütünlüğün kaybedilmeye başlandığını kaydeden Boyner, "Daha yüksek bir demokrasi standardını kim istemez? Aslında tüm toplum kesimleri için daha yüksek bir yaşam standardı kuracağı kesin olan demokratikleşme süreci, sivil toplumun da bir tartışma konusu olmuştur. Daha fazla hak ve özgürlük, bunu vatandaşın istememesi mümkün mü? Demokratikleşme sürecine mutlaka geri dönmeliyiz" diye konuştu.

TÜSİAD'ın 13 yıl önce hazırladığı Demokratikleşme Raporunda Türkiye'nin sivilleşme alanında önemli sorunlarının olduğunu yazıldığını anımsatan Boyner, "Geçen zaman zarfında hukuk alanında, Milli Güvenlik Kurulu'nun yapısının değişimi gibi bazı adımlar atıldığını biliyoruz. Ancak gelişmiş demokratik standartlarda eksikliğimiz var. Demokrasilerde silahlı kuvvetlerin rolü belli. Sivil hükümetlerin ve kamu kurumlarının rolleri de belli. Bu rolün dışında bir tutum ve tavır, çoğulcu parlamenter demokrasilerde anlayış ile karşılanmaz. Bunun hiçbir açıklaması yapılamaz. Böyle bir düzenleme var ise bununla ilgili girişim hemen yapılır ve düzeltilir. Bunun da tartışması olmaz. Hukuk devleti, hiçbir kişi veya kuruma mutlak bir dokunulmazlığın sağlanmadığı bir düzendir. Demokratik bir toplumda kurumundan bağımsız olarak, tüm kamu görevlileri de her türlü eyleminden ötürü gereğinde yargı önünde hesap verebilirler. Türkiye'de demokrasinin sivilleşmesi askeri bürokrasinin, bürokrasimizin tüm kesimleri gibi siyasal otoriteye tabi olmasını ve kamu yönetiminde gerçekleştirilen iş bölümü gereği ulusal savunma görevini yerine getirmek üzere düzenlenmesini gerektiriyor" dedi.

Ergenekon davası: Ümit Boyner, Ergenekon Davasına da dikkati çekerek, davanın kamuoyunun tüm kesimlerine malolduğunu kaydetti. Davanın çok yavaş ilerlediğini, bu tip davalarda yargı odaklarının hak ihlallerine karşı olağanüstü dikkatli olması gerektiğini vurgulayan Boyner, "Sürecin süratle yürütülmesi için soruşturmayı yürüten birimlere kaynak ve kadro desteği sağlanmalıdır. Ayrıca tüm siyasi kesimler yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürebilecek açıklamalardan kaçınmalıdır" dedi.

Demokratikleşme sürecine de değinen Boyner, "Bütünlük içinde kapsayıcı ve önceliklendirilmiş bir demokrasi paketi artık tartışmaya açılmalıdır. Demokratikleşme süreci bir siyasi fizibilite aracı değildir. Yani kısmi bir yasal düzenleme veya seçim kampanyalarında kullanılabilecek bir propaganda aracından bahsetmiyoruz. Tüm kesimlerin ve vatandaşların kazanacağı bir bekleyişten bahsediyoruz. Demokratikleşme atılımlarını hiçbir partimizin kategorik olarak reddedebileceklerini düşünmüyoruz, böyle bir varsayımı yapmayı bile istemeyiz. Dolayısıyla demokratikleşme paketini en iyi uzlaşı anlayışı ile ve sabırla toplum kesimleriyle paylaşmak gerekiyor" dedi.

Ergenekon konusuna ilişkin soruları da Boyner, "Çok uzun bir süreç. Bu uzadıkça spekülasyonlara yol açabiliyor. Zaman zaman yargısız infaza kadar varabiliyor diye düşünüyorum. Bu kadar olağanüstü davada yargının da olağanüstü önlemler alması, sistemi çabuklaştırması gerekiyor" şeklinde yanıtladı.

TEKEL işçilerinin durumu: Konuşmasında TEKEL işçileri sorununa da işaret eden Boyner, "Sizleri tatmin edebilecek bir cevap verebileceğimi zannetmiyorum" dedi. Bu konuda kendi aralarında da uzun zamandır tartıştıklarını belirten Boyner, "2008 Şubatından beri süregelen son derece karmaşıklaşmış, tarafları birbirinden koparmış... Şu anda bu noktada bir siyah veya beyaz alan yok. Son derece gri bir alan içinde tarafların anlaşmaya varması gerekiyor. Bu noktada bir taraf alabileceğimizi düşünmüyorum. Ancak ümidimiz tarafların mümkün olduğu kadar sosyal sorunları, sosyal kayıpları az olacak şekilde ve rasyonel bir bütünlük içinde anlaşmaya varmaları" dedi.

Anayasa tartışmaları: Anayasa konusundaki tartışmalar ve yaklaşımlara ilişkin soruları da Boyner, "Anayasa çalışmasına başlamak için hiçbir zaman geç değil. Çünkü bu bir süreç olacak. Özellikle bu toplumsal uzlaşma merkezi yapılacaksa belli bir zaman vermek zorundayız. Burada siyasi niyeti, iradeyi ortaya koymak lazım. Şunu görüyorum; ne yaparsak yapalım, ayağımıza takılan anayasa var. Herkes anayasanın aynı şekilde mi değişmesini istiyor? Burada bir uzlaşma oluşturmamız gerekir. Biz o yüzden barajı gündeme getiriyoruz. Diyoruz ki, madem uzlaşma içinde bir anayasa yapılmak durumunda, zemin ve uzlaşma ortamında yapılması için zaten çok ciddi anlamda temsili yüksek bir meclis seçmek zorundayız. Bu da barajlarla mümkün değil. 2002'de seçmenin yüzde 35'inin tercihi, yanlış hatırlamıyorsam, dışarıda kaldı. Böyle bir parlamento ile demokratikleşmeye gidemezsiniz. Bu demokratik bir parlamenter sistemi göstermez. Sayın Başbakanımızın bu konuda duyarlı olduğunu tahmin ediyorum. 'Türkiye hazır değil veya istikrar sağlamıyor' bu biraz kolaya kaçış... Bu 'Türkiye demokrasiye hazır değil' söylemiyle aynı yere geliyor. Biraz da halkımıza, seçmenimize güvenmeyi öğrenmek zorundayız. Niçin benim görüşüm meclisin dışında kalsın? Bunu istemek hakkımız diye düşünüyorum ve bu isteği çok doğal buluyorum. Burada öncelik Türkiye'nin demokratikleşmesiyle daha çoğulcu parlamenter sisteme geçmekse, herkes için bir anayasa yapmaksa başka şansımız yok diye düşünüyorum" dedi.

"Siyaset ekonomiyi gölgelemeli" Kıbrıs konusundaki bir soru üzerine de Boyner, "Kıbrıs konusunda biz 1-0 galibiz. Yapılabilecek birçok şeyi yaptık. Biz eğer komşularla sıfır problem anlayışı diye bir şeyi tatbik ediyorsak, o zaman Kıbrıs konusunda biraz daha proaktif davranmalıyız. Rum lobisine meydan vermeyecek şekilde girişim yapmalıyız. Daha rasyonel ve daha cesur olabilirler diye düşünüyorum" şeklinde konuştu.

Türkiye'nin dış politikasında "enteresan değişiklikler, değişik yaklaşımlar" olduğunun altını çizen Boyner, TÜSİAD olarak kendilerinin de Türkiye'nin dış politikada izleyeceği konularla ilgili politika üreteceklerini söyledi.

Bu dönemde bir yıl sonra seçim olacak gibi görünse de en önemli konunun kısa dönemde cari açığın nasıl finanse edileceği olduğunu belirten Boyner, "Siyaset ekonomiye gölge etmemelidir. Çok hareketli siyasi gündem yaşıyoruz. Aslında bunlar suni gündem yaratan ve çok da yapıcı olmayan düzeyde gelişiyor. Ekonomi bu tip şeylerden rahatsız olur" dedi.

Siyasi dalgalanma: "Siyasi dalgalanmaya" da değinen Ümit Boyner, "Siyasi başarının tek ölçütü var, huzurlu, mutlu, umutlu bir toplum yaratabilmek. Bugün içinden geçtiğimiz kutuplaşma, diyalogsuzluk, Meclis'te canlı olarak izlediğimiz seviyesiz tartışmalar, rahatsız edici bir siyasi polemik, siyasal sisteme müdahale iddiaları, 'bildiklerimizi anlatırız' tehditleri, adil yargılanma sürecinde yaşadığımız vicdan hesaplaşmaları... Bu gerçekten bize yakışmıyor. Böyle bir arka plan önünde sanayi politikasından bahsetmek, sürdürülebilir büyümeden bahsetmek, yapısal işsizlikle mücadeleden bahsetmek biraz zor oluyor. Gündemin gerçek önceliklere dönmesi lazım. Huzur olmayan bir ortamda refahtan bahsetmek çok mümkün değil. Bu tür kavgaları 1990'lı yıllara gömdük diye düşünüyorduk. Ama problem dönemsel değil daha çok yapısal nitelikte" dedi.

Yargı bağımsızlığı:
Demokrasi paketinin vazgeçilmez unsurlarından birinin hukuk devleti olacağını söyleyen Boyner, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargısal denetime tabi olduğu, dokunulmazlıklara, ayrıcalıklara yer vermeyen bir anayasal çerçeve oluşturulması gerektiğini belirtti.

Ümit Boyner, "Mutlaka yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı güçlendirilmelidir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yürütmenin etkisinde olmamalı, halkın güvencesi sağlanmalıdır. Özünde vatandaşla devlet ilişkisini yeniden düzenleyen, vatandaşını öne koyan, vatandaşının etnik ve dini kimliği, inancı ne olursa olsun yeni bir sosyal kontrattan bahsediyoruz. Devlet kürt vatandaşları ile barışmalıdır, devlet alevi vatandaşları ile barışmalıdır. Devletin vatandaşına küsme hakkı yoktur. Anayasa reformunu da kapsayan demokrasi paketinin beraberinde, hatta öncesinde yapılması gereken seçim sistemi ve siyasi partiler mevzuatında reformun gerçekleştirilmesidir. Yüzde 10'luk ülke barajı çağdaş dünyada tek örneği olmayan bir uygulamadır. Bir tek Türkiye'de var. Türkiye'de temsili demokrasinin, yeni anayasanın önünde ciddi bir engeldir. Partilerin iç işleyişlerinin demokratik olmaması, liderlik hakimiyetinin geçerliliği, seçmenlerine kapalı çalışması demokrasimiz adına sorundur. Kendi içinde demokratik işleyişi sağlayamayan siyasi partilerin ülkede demokrasiyi kurması olanaksızdır. 2011 yılında yapılacak seçim, yüzde 10 barajı ve sadece genel merkezin iradesine bağlı aday belirleme yöntemiyle yapılmamalı. Bu reform 2015'e bırakılmamalıdır" dedi.

Kıbrıs ve AB: AB uyum sürecinde yapılması gereken belli yapısal reformlar olduğuna işaret eden Boyner, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin referandumlarla çok haklı bir yere varmasına rağmen son zamanlarda Rum lobisinin daha etkin olduğunu söyledi.

Boyner, "Hava ve deniz limanları konusunda kırmızı çizgi politikasını daha cüretkar ve diğer komşularımızla uyguladığımız sıfır sorun anlayışıyla ele alarak daha proaktif bir noktada ilerleyebiliriz. Geçici olarak limanların açılmasının getirisi ve sakıncalarını çok daha iyi analiz etmeliyiz" dedi.

Daha etkili uluslararası iletişim politikalarına ihtiyaç olduğunu söyleyen Boyner, Avrupa parlamentosunun Lizbon anlaşmasıyla sistem içinde çok ciddi güç kazandığını, TÜSİAD olarak iletişim konusunda 2004'ten beri çalıştıklarını, bu çalışmaları Avrupa'lı parlamenterler ve seçmenleri hedef alarak daha da hızlandıracaklarını ifade etti.

Boyner, "Komisyon raporları artık küresel gündemde AB'ye dış ticaret, güvenlik, bilgi toplumu, enerji alanlarına, Türkiye'de de bu konularda beklenen katkılarına odaklanmalı. Biraz bizim raporlarımız çağ dışı ve gündem dışı kalıyor. Bizim de bu konuda faaliyetlerimizi artırmamız gerekiyor" diye konuştu.