Ekonomi Yeni Küreselleşme Düzeni

Yeni Küreselleşme Düzeni

05.01.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Süper güç, 3. dünya ülkesi olma yolunda mı ilerliyor / Mehmet Öğütçü

Yeni Küreselleşme Düzeni

Eski diplomat, OECD yöneticisi, BG Group Direktörü, Global Resources Corporation Başkanı ve aynı zamanda yazar, küresel gezgin...

Haberin Devamı

Mehmet Öğütçü, Washington DC, New York, Pekin, Jacksonville, Miami ve Key West’i kapsayan son gezisinde Savunma Bakanlığı’ndan Dışişleri’ne, parlamentodan düşünce kuruluşlarına ve yatırımcılara kadar değişik kesimlerden Amerikalı ve Çinli ile Türkiye dahil geniş bir yelpazeyi kapsayan konularda konuştu.Ve izlenimlerini Milliyet okurlarıyla paylaşıyor.
Bu yazı dizisinde ABD’nin süper güç statüsünden ‘Üçüncü Dünya’nın “köhne” gücüne mi dönüşeceği, “mali uçurum”un dünya ekonomisine yansımaları, yeni Dişişleri Bakanı John Kerry’yi bekleyen meydan okumaları, küresel eğitim liginde 17. sıraya düşüş, dinin ve tarikatların Amerikan siyasetinde ve ekonomisindeki önemini tartışılıyor. Ögütçü, kaya gazı devriminin ABD’nin 21’inci yüzyıldaki talihini değiştirip değiştirmeyeceğini, bir zamanlar beyin göçü olarak ABD’yi zenginleştiren göçmenlerin neler getirip neler götürdüklerini, Pekin-Washington rekabetini, Castro ölmeden Küba ile yakınlaşmanın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini de anlatıyor. Obama’nın yeni döneminde Türkiye’ye nasıl yaklaşacağını da...

Haberin Devamı

İlk defa Çin’in kuzeybatısında Kaşgar’daki Orta Asyalı akrabalarımızdan duymuştum “köhne” sözcüğünü... 1990’ların başında o bölgeyi ziyaret eden ilk Türk diplomatı olarak. Bizdeki çökmek üzere anlamındaki menfi tanımlama için değil de “eski” için kullanılıyordu bu sözcük.
Güç kayması hemen her alanda hissediliyor. Ekonomiden jeopolitiğe kültürden değerler sistemine finans düzenine. Dünyamız temelden evrilip değişirken tek süpergüç konumundaki ABD bu yeni güç kaymasının tam da merkezinde yer alıyor. Bu defa hükümran gücünü kaybetme riskiyle karşı karşıya, “Dünyanın ağırlık merkezi Çin ve Hindistan’in başı çektikleri Asya-Pasifik bölgesine kayıyor” cümlesini 20 yıldır yoğun biçimde duyuyoruz.
Son dönemlerde Türkiye ile ilgili olarak “eksen kayması” diye tanımlanan tartışma da aslında bu büyük güç kaymasının bir parçası. Geçmişte kaçırılan trenlere bir yenisini eklememek için değişen dinamiklere uygun yeniden konumlanma çabasında Ankara.

Güçler dağılıyor
Ne ölçüde başarılı olduğu tartışma yaratsa da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Batı’nın başkentlerinin yanı sıra Sudan’dan Myanmar’a, Çin’den Avustralya’ya mekik dokumasının temel sebeplerinden birisi bu olsa gerek. Çin’in 2030’da ABD’yi geçeceği, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerle birlikte birinci lige çıkacağı, ABD ve Avrupa’nın, Japonya ile birlikte gerileyeceği, bunun da hem Batı hem de dünyanın kalan bölümü için derin yansımaları olacağı yaygın kanaat. Türkiye, Meksika, İran, Güney Afrika, Endonezya, Mısır gibi ülkelerin dünya ekonomisini hareketlendireceği, bu ülkelerin siyasi ağırlıklarının ciddi şekilde artacağı öngörülüyor.
2050’ye kadar uzanan öngörülerin hemen hepsinde aşağı yukarı aynı tespitler var. BRIC’lere onları yakından izleyen N-11 ülkeleri katılıyor. Sonuç olarak, ekonomik başkentler, finans merkezleri değişiyor, yeni siyasi başkentler, teknoloji merkezleri, enerji hub’ları (merkez) oluşuyor, Atlantik merkezli güç dağılıyor.
“Köhne” düzen ayrışıyor. Bretton Woods’da bu düzeni kuranlar arasında yer almayan bugünün yükselen güçleri yeni kurallar istiyorlar bu oyunun oyuncuları olarak. Uluslararası kurumların yeniden şekillenmesine, kaynakların ve pazarların paylaşılmasına kadar uzanan geniş bir menzilde sancılı bir dönüşüm yaşıyoruz.
Ülkeler, bu değişime ayak uydurabildiği ölçüde başarılı olabilecek, giderek şiddetlenen rekabet ortamında ayakta kalabilecek. Bu işin şakaya gelir tarafı yok. Şayet köklü reformları hayata geçirmeye başlamazsa bugünkü düzenin patronu ABD’nin her geçen gün Üçüncü Dünya sınıfına kayma riski oldukça yüksek.Nitekim ekonomik veriler, 2032’ye kadar ABD’nin sanayi sonrası yeni bir Üçüncü Dünya ülkesi olacağına işaret ediyor.
Şayet 2017 başına kadar iktidarda kalma ruhsatı olan Obama bu süreçte şimdiye kadar olduğundan daha yaratıcı, yenilikçi ve aktif bir ekonomik canlanma, bilim ve teknolojide ilerleme, sosyal dengesizlikleri giderme, dış politika maceralarından kaçınma politikalarını izlemezse, yoksullaşma hızlanacak.

Haberin Devamı

İşte ‘3. Dünya ülkesini’ tanımlayan özellikler

Haberin Devamı

Her ne kadar ABD’yi önümüzdeki 20 yılda ekonomik hükümdarlık tahtından indirmesine muhakkak gözüyle bakılan Çin, 1.3 milyar nüfusuyla dünyanın en büyük ekonomisine sahip olacaksa da kişi başına GSMİH’de Amerika ile aynı düzeye ulaşması en az yarım yüzyıl alır.
Yüksek işsizlik, ekonomide fırsat eksikliği, düşük ücretler, rüşvet ve yolsuzluk, yaygın sefalet, servetin az sayıda elde yoğunlaşması, sürdürülemez kamu borcu, hükümetin uluslararası bankalar ve çokuluslu şirketlerce denetimi ve yönlendirilmesi, yetersiz kanun hakimiyeti ve geri tepen hükümet politikaları...
Bunların hepsi değişen eyaletlerde değişen derecelerde var bugünkü ABD’de. Diğer özelliklere bakarsak az gelişmişliğin ölçütü olarak yetersiz kamu sağlığı, beslenmesi ve eğitimi ile altyapının çökmesini de sayabiliriz.
Özellikle de geleceği şekillendirmede temel faktör olan eğitime çok daha yakın gözlükle bakmak gerekiyor. Amerika’da eğitim düzeyi giderek her geçen yıl düşüyor. Eğitim almış olanların çoğu da “mürekkep yalamış cahil” cinsinden. Boston, Washington, New York ve San Francisco gibi elit (ve nisbeten az kilolu) insanların barınağı olan kentleri saymayacak olursak doğu ve batı kıyıları dışında fazla pırıltı görmek zor.
Dünya eğitim başarı liginde başı Finlandiya ve Kore çekerken, onları Asya’nın dinamik ekonomileri Singapur, Japonya ve Hong Kong izliyor. ABD oldukça aşağılarda. 17. sırada. Eğitimde başarı gösteren ülkeler sadece en yüksek bütçeyi tahsis edenler, öğretmenlerine en yüksek ücreti ödeyenler değil. Ebeveynlerin ve kültürlerin eğitime verdiği önem, eğitimi ibadet gibi görmeleri bu üst ligdeki ülkelerin asıl ayırt edici özellikleri.

6 milyonluk işsizler ordusu
Gençler, Asya’da Batılı çağdaşları gibi halkla ilişkiler, golf sahalarının yönetimi, animasyon türü “hafif” okumuyorlar. Mühendislik, matematik, tip, bilişim ve yeni teknolojiler gibi geleceğin “ağır” alanlar onları daha fazla cezbediyor.
İşsizlik gerçekten de son derece derin bir yapısal sorun haline geldi ABD’de. İşgücü piyasası küreselleşme ve ABD’li inşaatçıların ucuz üretim üslerine taşınmaları ile bağlantılı olarak uzun vadeli düşüş eğilimi içinde. 2000’den bu yana aktif işgücü yüzde 7 azalarak çalışma çağındaki yetişkin nüfusun yaklaşık yüzde 58’ine geriledi. Kronik işsizlik yüzde 9 düzeylerinde. Resmi rakamlara göre, uzun vadeli (yani, 27 haftadan uzun süre) işsizlik yüzde 16.5. Bu da toplam işsizlerin yüzde 43’üne (6 milyon kişi) tekabül ediyor.
Daha da kötüsü, genç Amerikan kuşağı yeni ekonomik fırsatlardan mahrum yetişiyor. Öğrenci borçları 1 trilyon doları aştı. Çoğu için tünelin ucunda ışık da görünmüyor. 16-29 yaş arası nüfusun çalışan ya da çalışmaya istekli olanlarının oranı yüzde 48’e düştü 2011’de. Bunun, Arap Baharı’nı tetikleyen Tunus’taki durumdan çok fazla farkı yok. Bu istihdam bunalımı ne yazık ki devam edecek; zira Amerikalı genç nüfusun Çin ve Hindistan’daki işçiler ile yeni iş imkânları için rekabet etmeleri pek kolay değil.
Hanehalkı gelirine baktığımızda son 10 yılda Amerikan ailelerinin daha da yoksullaştığı görülüyor. Gerçek gelir düşüşü ile birçok Amerikalıyı 1996 düzeylerine geriledi. Yoksulluk oranı 2011’de nüfusun yuzde 15.7’si idi. Yaklaşık 48 milyon Amerikalı, yani her altı kişiden birisi yoksulluk çizgisi altında yaşıyor.

Tabii ki resmi yoksulluk sınırı dört kişilik bir aile için bize göre hala iyi bir rakam: yıllık 22.314 dolar. Yani aylık yaklaşık 1.900 dolara geliyor. Mevcut eğilimler devam ederse gelir dağılımında 2032’ye kadar Çin ve Meksika’dan farkı olmayacak, ABD’nin.
Yoksullaşmanın en önemli sebeplerinden birisi göçmen nüfusun artışı. 1970 ile 2011 arasında başka ülkelerde doğmuş Amerikalı oranı nüfusun yüzde 5’inden 13’üne çıktı. Eskiden olduğu gibi kendi ülkelerinin en girişimci, cesur ve parlak beyinleri, servetleri göçmüyor.

Silahlı saldırılar
Özellikle son yıllarda gelen göçmenlerin çoğu son derece yoksul ve az eğitimli kesimlerden. Sadece yoksul değil çatışma halindeki ülkelerden de kaçıp geliyorlar. Her yıl onbinlerce Meksikalı ve Güney Amerikalı da insan ve uyuşturucu kaçakçıları tarafından sınırdan sokuluyor. İşgücü piyasasındaki bunalımdan da en çok onlar etkileniyor.
Şiddet olayları ve çeteler de halkı bezdirmiş durumda belli bölgelerde. Neredeyse nüfusa eşdeğer sayıda silah var dolaşımda. Connecticut’taki anaokuluna yapılan son saldırı silah serbestisi politikasına hoşgörüde bardağı taşıran son damla oldu. Güçlü bir lobiye sahip silah üreticilerinin yasaklama çağrılarına kolayca teslim olmaları beklenmiyor ama güvenlik sorunu ile birlikte düşünülmesi gerekiyor silahlanmanın.
Şiddet, muazzam bir korku yaratmış vaziyette. Şiddeti durdurmanın yolunun daha fazla silahlanma olduğunu savunanlar da var. Bir olay çıktığında öğretmenler okulda çocukları disiplin altına alamıyorlar. Velilere şikayet edildiğinde ise ya inkar ya da işbirliği yerine sözlü saldırı ile karşılaşıyorlar. Kimse şiddet olaylarında şahitlik yapmaya cesaret edemiyor. Bütçe kesintileri dolayısıyla sayısı azalan ve morali en düşük seviyelerde dolaşan polis kuvvetleri önemli ölçüde etkisizleşmiş durumda.

Haberin Devamı

Gerileme emareleri

Sadece güvenlikte değil milyarlarca dolarlık yenileme ya da modernizasyon bekleyen altyapıda da ciddi sorunlar var. New York metrosunda geçtiğimiz Kasım ayındaki “Sandy” kasırgasının izlerini hâlâ görüyorsunuz.
Singapur, Şanghay, İstanbul ve Moskova metroları ile kıyaslandığında New York metrosu gerçekten de pek “köhne” görünüyor.
Jersey’de günlerce elektriksiz kalındı karanlıkta ve soğukta.
Jacksonville’den Miami’ye uçarken bindiğimiz US Airways uçağı da öyle. Her akşamından ses geliyordu. “Acaba ne zaman düşecek” korkusunu salıyordu içimize.
Miami’nin kenar mahallelerinde son 50 yıldır abluka altında yaşayan 90 mil ötedeki Küba’dan daha yoksul ve zevksiz manzaralar sınırsız zenginliğin yanı başında gözünüzü tırmalıyor.

20 bin dolara ABD’de ev

Bir zamanlar dünya otomobil devlerinin başkenti olan Detroit bugün tam bir terkedilmiş “hayalet kent” görünümünde. O bölgeden kaçarak Miami’ye geldiğini söyleyen şoförümüz Michael, kentte ev fiyatlarının çok düştüğünü, hatta 20.000 dolara bile iyi evler alındığını duyduğumu söyleyince, gülümseyerek “dalga mı geçiyorsun” dedi. Bu paranın neredeyse üst sınır olduğunu, şayet bu kadar para harcayacak olsam harika bir villa satın alınabileceğini, kentte söz etmeye değecek kimsenin kalmadığını, işsizlik dolayısıyla insanların kendisi gibi baska eyaletlere göç ettiğini, Baskan Obama’nın tüm destek çabalarına karsın kentin ayağa kalkmasının bu saatten sonra artık mümkün olmayacağını anlattı. Özel turlarla Çinliler gelip ev alıyorlarmış.

Bu kez Amerika satıyor

Tarihin cilvesi bu galiba. İşler bugün tersine dönüyor. Hatırlarsanız, Amerikalılar, 1803’de bugünün parasıyla 233 milyon dolar ödeyerek Fransızlardan 2.1 milyon km2’lik Louisiana’yı almışlardı. Ardından da 1848’de bugünkü California, Nevada, Utah, Arizona ve New Mexico eyaletleri Meksika’dan satın alındı. 1887’de ise Ruslara şimdinin 100 milyon dolarını ödeyip 1.5 milyon km2’lik Alaska’yı satın almışlardı.
Şimdi görünen o ki Körfez’den, Rusya’dan, Çin’den egemen servet fonları ABD’nin en değerli emlaklarını bir bir satın alıyorlar. Paralarıyla Amerikan Hazine bonoları satın alıp bu ülkenin borçlanma iştahını daha da artırmak yerine elle tutulur varlıklara yatırım yapıyorlar.

YARIN: BOL KESEDEN BORÇLANMAYA SON