En İstikbalimdeki zerzevat

İstikbalimdeki zerzevat

21.12.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Muhabirler, 'sokaktaki adam'ın ne düşündüğünü öğrenmek için taksi şoförlerinin bilgisinden sıkça faydalanır. Benim ise sıradan ölümlülerin karanlık ve kafa karışıklığı içinde tökezlediği durumlarda bile, ışığı ve düzeni görecek kadar geniş bir sağduyusu olan, mahalle manavım var

İstikbalimdeki zerzevat





Peki, 2004 yılında ne olacak? Ekonomi'nin editörü, geleceğe göz atmamı isteyince, onun yerine çalışma odamdaki yeri mayınlamak için kullandığım çürüyen gazete yığınlarına, ölümcül ve kaygan naylon dosyalara baktım. 'Daha 2003'te neler olduğunu bile anlayamadım ki ben' diye düşündüm. Ekonomik büyüme, dünyada barış, Avrupa Birliği ile müzakereler; bunlar mı olacaktı acaba? Tahminleri, son birkaç aydır masamın üzerinde duran kirli kahve fincanı yığınlarında aradım, ama Nescafe ile anlaşılmıyormuş.
Umutsuzluğumun derinliklerinde kıvranırken, bizim meslektekilerin en başarılı olduğu şeyi yapmaya karar verdim. Başka birisinin görüşünü alıp, benim fikrimmiş gibi yazmak. Kimle konuşabileceğimi de çok iyi biliyordum. Muhabirler, 'sokaktaki adam'ın ne düşündüğünü öğrenmek için taksi şoförlerinin bilgisinden sıkça faydalanırlar. Benim ise, sıradan ölümlülerin karanlık ve kafa karışıklığı içinde tökezlediği durumlarda bile, ışığı ve düzeni görecek kadar geniş bir sağduyusu olan, mahalle manavım var.

'Bana yardım edin' dedim
Onu o gün bulduğumda, kabaklarının tozunu alıyor ve elmalarını parlatıyordu.
"Al birkaç karalahana. Arama hiç marihuana" diye bir tekerleme söyledi. En azından ben öyle anladım. Yemin ederim, bu ülkede ne kadar uzun süre yaşarsam, Türkçem o kadar bozuluyor.
"Bana yardım edin!" diye yalvardım.
"Demek geleceği görmek istiyorsun," dedi.
"Ama nereden bildiniz?" diyecekken, dilimi ısırıp, kendimi tuttum. Bu adam kehanet sırrını gerçekten çözmüştü.
"Kafanı kullanmıyorsun" dedi, bir kilo mandalinayı, ben daha istediğimi bile anlamamışken, çıkartıp tartarken.
"Geçen yıl meydana gelen en önemli şeyden başla."
"Yeni bir Türk hükümeti!" dedim. Umutsuzluk içinde kaşlarını kaldırdı.
"George Bush savaş açtı?" diye sordum.
"Yaklaştın" dedi. "Ve bu kadar zaman geçtikten sonra, sonunda onu yakaladılar."
"Kapandaki fare gibi!" diye bağırdım. "Uluslararası kamuoyuna meydan okuyarak yaşayan, kendi tarzını kendi yaratan bir Cumhurbaşkanı. Peki, bu Türkiye'nin geleceğini nasıl etkileyecek, bana anlatır mısınız?" Bir yandan da kalemimle not defterimi hazırlamıştım.
"Nasıl etkilemesin?" dedi, sessizce beni küçümseyerek. "Kurnaz bir taktik adamı. Ülkesini o kadar uzun yıllar yönetmiş ki, orada yaşayanlar onsuz bir dünyayı hayal bile edemiyor. Düşün bir kere, o kadar güçlü bir adam, gelsin, o kadar karanlık, dar ve kapalı bir alana tıkılsın."
"Onu, o kadar uzun ve karışık bir sakalla darmadağın görmek ne kadar garip, değil mi?" dedim.
"Rauf Denktaş'ın sakalı yok bir kere. Adamın saçı bile yok. Sen neden bahsediyorsun?" dedi.
"Ben Saddam'dan bahsettiğinizi sanmıştım" dedim özür diler bir ifadeyle.
"Saddam mı? Niye ki?"
"Irak, iç savaşa girmek üzere olan ve Türkiye'nin sınırları olduğu, petrol zengini bir ülke ve..."
"Saçmalama. Saddam olunca, Iraklılar Amerikalılarla savaşır. Saddam olmayınca birbirleriyle savaşırlar. Kuzey Kıbrıs'a gelince. İşte o zaman işler değişir. Nüfusu Yalova'dan bile az olduğu için, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olup olmayacağına, kanunları konusunda reform yapmaya devam edip etmeyeceğine, doğrudan yabancı yatırım alıp almayacağına ve çocuklarımızın çocuklarının mutlu ve karınları tok mu olacağına, yoksa az maaşla günde 15 saat kömür madeninde çalışıp çalışmayacağına, onların karar vermesi gayet mantıklı!"
"Yeter!" dedim. "Türkiye'nin geleceğine, Kıbrıs'ın karar vereceğini bilmiyordum. Yalova Kaymakamı'nı da onlar seçecek herhalde" diye ekledim, alışılmış kıvrak zekamla.
Beni 'sulu' olmakla suçladı
Bana bir portakal attı. "Al, bu da senin gibi çok sulu" dedi. "Yalova Kaymakamı ile ilgili espriler yapma. Yalova Kaymakamı'nı daha çabuk seçebilsinler diye, kamu idari reform yapmak için yüzlerce saat uğraşan binlerce bürokrat var. Bu ciddi bir iş."
"Özür dilerim," dedim. "Bana bu portakallardan bir kilo verseniz iyi olacak. Galiba Kıbrıs'tan geliyorlar."
"Elbette," dedi.
"Vaşington tipi?" diye sordum.
"Yok, Bush tipi. Oyların yarısından azıyla hükümeti kurdu. Denktaş aynı şeyi yapabileceğini umuyor."
"Aman Tanrım! Amerikan seçimlerini tamamen unutmuştum. Kasım'a kadar yapılmayacaklar, ama gazetelerin bütün bir yıl boyunca bunu konuşacağı tahminini rahatlıkla yürütebilirim. Sizce ne olacak?"
"Sıkıntıdan patlayacağız elbette ki" dedi, bu sefer acıma duygusu, inanamama duygusuyla karışmıştı. "Birileri, yaptığın iş için sana para veriyor mu?"
"Zamanında değil," diye itiraf ettim. "Kesin emin olabileceğimiz tek şey, yerel seçimler yapılmak üzere olduğu için, hükümetin gittikçe daha olgun kararlar vereceği, muhalefetin de eleştirilerinde daha akıllı davranacağı."
"Türkçe'de ne deriz, biliyorsun; gazetecilere her gün Yılbaşı Bayramı" dedi.
O zaman, Nice Yıllara, dedim.
"Sana da" dedi.




BUSINESS