Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Arda Turan bu ülkeden çıkan en yüksek kariyerli futbolcudur ve şu anda Dünya’nın en iyi takımında başarıyla oynamaktadır.

Ancak Milli Takım’da yoktur.

Futbolumuzun bir numaralı profesyoneli Fatih Terim, davet bile etmemiştir kendisini...
İşte size polemiğin katmerlisi.

Bir yanda “Milli Takım, Terim’in tapulu malı mıdır ki, adil ve performansa dayalı seçimler yapmak ihtiyacı duymamaktadır” fikri.

Öte tarafta Terim’e “disiplin Ay-Yıldız’ın olmazsa olmazıdır” desteği.

Aslında Milli Takım’a alınmayan başkaları da var... Hepsi Avrupa Şampiyonası’nda isimleri prim ve kalkışma söylentileri ile anılanlar.

Haberin Devamı

Onlara bir eleştiri getirmiyor, Arda Turan üzerinden çalışıyor Terim muhalifleri.

Çünkü orası daha verimli.

Madem ki Ters Köşe’deyiz; hemen tersinden düşünelim:

Fatih Hoca Fransa’da çıkan marazayı/manzarayı görmezden gelse ve tümünü yeniden milli takıma çağırsa, bu kez “yazıklar olsun sana” demeyecekler miydi?..

“Resmen teslim oldu bir grup futbolcuya”tespitleriyle Milli Takım’ı başlamadan bitirmeyecekler miydi?

Peki... Fatih Terim diğerlerini almayıp Arda Turan’ın kariyeri ve formuna boyun eğseydi?..

Eleştiri hazırdı; “Tam bir çifte standart”...

Artık Terim’in ne yaşlandığı kalırdı, ne para kazanmak için durumu idare ettiği iddiaları.

Peki, ne kaldı geriye?

Fatih Terim’in yaptığı...

Elbette eleştirilebilir. Ancak Terim’in bu tercihi, seçenekler arasında en az eleştiri hak edendir.

Milli Takım Fransa’da hem form düşüklüğü hem de disiplin eksikliği gösteren futbolcularını bir süreliğine buzdolabına koymuştur.

Çünkü hiçbiri pişmanlık gösterecek söylem ve eylemlerde bulunmamış, kendilerini vazgeçilmez sanmıştır.

Milli Takım gücünden kaybe decekse, Terim’e bu tercihi adeta zorla yaptıran futbolcuların hepsi en az futbol direktörü kadar suçludur.

Arda Turan da dahil...

Tribünler dolsa da dert!..

Ne biçim şey şu futbol!.. İnsanın aklını başından alıyor, iyi gününde hayatımıza renk vermekle kalmıyor, bazen analiz yeteneğimizi o kadar paralize ediyor ki, ülke gerçeklerini bile unutturuyor.

Örnek; boş tribünler!..

Haberin Devamı

Bakınız, seyirci kaybeden tribünleri sadece kulüplerin özel durumları, yüksek bilet fiyatları ve sahadaki oyun kalitesi üzerinden izah etmeye çalışıp “bunlar düzelirse her şey yoluna girer” demek ile ciddi hastalıkları şamanist ritüellerle tedavi etmeye uğraşmak arasında hiçbir fark yoktur.

Şişe çekmek, muska yazmak, bir takım bitkilere başvurmak, bazen plasebo etkisiyle kişinin psikolojisini düzeltip hastalığı geriletse de biyolojik gerçeği değiştirmez.
Belki bazılarımız farkında değil ama Türkiye biyolojik açıdan sırat köprüsünde... Ya geçecek ya bitecek!..

Darbe girişiminden canlı bombalara, sınır ötesi harekattan çağdaş dünyadan dışlanmaya kadar bir dizi felaketin tümü birden omuzlarımızda. Şehitler cami avlusuna sığmıyor, terör örgütleri çeşit çeşit.

Toplumsal travmanın tam da ortasındayız velhasıl.

Ülkemizin boğazı sıkılırken tek tek vatandaşlar olarak kendimiz ve sevdiklerimiz adına ölüm korkusu yaşamaktayız ki, insani hakların birincisi yaşam hakkı tehlikede.
Futbolun da bundan nasibini alması kadar doğal ne olabilir?

Haberin Devamı

Düğüne bile canlı bomba sokan sapkınlar, bilerek ülkeyi batırmanın peşinde okumuş yazmış rütbeli/makamlı manyaklar, eli kanlı bölücüler, uzantısı içimizdeki sınır ötesi psikopatlar henüz temizlenmeden çocuğunu/eşini maça göndermeyen aileler yok mudur; varsa haksız mıdır?

Tersini düşünelim...

Şu sırada her stat full çekse, oturup düşünmemiz gerekmez mi, bu ne gamsız millettir diye?

Tamam... Kulüplerin özel durumları, yüksek bilet fiyatları ve sahadaki oyunun kalitesi de etkilemiştir tribünleri.

Peki, hangi istatistik, hangi bilimsel verilerle ülke şartlarının etkisini “yok derecesinde” sayarak es geçmektedir futbol ulemaları?

Üstelik size bir şey söyleyeyim mi?.. Her aksiyonun bir reaksiyonu olduğu gibi her berbat durumun da olumlu yönleri vardır ve şu aralar tıka basa dolu olmayan tribünleri güvenlik açısından kontrol edebilmek daha kolaydır.

Merak etmeyin, gün gelir, ülke düze çıkar, o tribünler yine dolar.

Boş tribünler için ahkam kesecek olanlar nerede yaşadıklarını, ülkenin koşullarını, geçtiğimiz süreci falan unutmasınlar da saçma sapan futbol sonuçları çıkarmasınlar.

Sonra ağlamayın!

Ve bir umut ışığı… Parladığı yer dünkü Milliyet sayfası. Konusu sporun bekası.
Korkularımızın aksine siyasetçilerimiz sporun toplumsal gerçekliği ile vazgeçilmezliğini şu günlerde bile göz ardı etmemiş… Hatta ülke sorunlarının aşılmasında itici güçlerden biri olacağını çok iyi bilmekteymiş.

Sporun en yetkili kişisinden öğreniyoruz bunları.

Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç arkadaşımız Songül Hatısaru’ya verdiği röportajda sporun vatan-millet meseleleri arasında kaynayıp gitmeyeceğinin altını çizmiş özetle.

Hem de özenle.

Spor liseleri kurulması, okullarda yetenek avı başlatılması ilk ve somut adımları.
Ve daha da önemlisi, bakan düzeyinde bir uyarı: “Yenikapı ruhu spora da yansıdı. Ancak sizin aracılığınızla tüm spor camiamızı provokasyonlardan uzak durmaları konusunda uyarmak istiyorum”...

Sayın Bakan, devlet terbiyesi gereği sporu terörize edenleri tribündekilerle sınırlı tutmuş, kulüplerin yönetim koltuklarını karıştırmamış ama satır aralarını doğru okuyanlar “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” mesajını alırlar.

Akif Çağatay Kılıç Bey’in cümlelerini sokak ağzına çevirirsek, yöneticilere “ayağınızı denk atın, bu milleti birbirine düşürmeyin kardeşim” dediğini yazabiliriz pekala.
Olağanüstü haldeyiz... Ağlamak yok sonra.